FOTOĞRAF ALTI YAZILARI -9-
Ben üniversite sondayken. Bu fotoğrafı Münir Bağrıaçık'ın çekip, tab etmesinden sonra yıllar geçti elbette. Üstelik Münir o yıl AÜ. Basın Yayın öğrencisi henüz, bunlar sanatsal çekimlere deneme işte.
Dijital ortama uysun diye eldekiyle yeniden tarafımdan çekilip güne uyduruldu, ışık çakması ondandır sağ kesimde. Aynı alandaki çizikler filan da belki film banyosundan, belki zamanın yıpratmasından... Münir kardeşime, geçmişe ve emeğine bin selam... 25 Ocak 2014.
Lise sınıf başkanı arkadaşımız “Ben seni hiç böyle görmedim, niye, ölmüş müydüm?” diye sordu. Sonra, “Bu fotoğrafta bir şey var, sonrakilere hep hüzün gizlemişsin” demişti.
Ben: “Ölmedin tabi, ama sen de kim bilir neredeydin okul için... Ben belki Afyon'a çok az geldim. Belki de şehre hiç inmedim, kenar semtteki eve girip-aile hasreti giderip sonra yine döndüm... Kimse anımsamaz bu hallerimi Ankara'da yaşayanlar dışında... Öyleydik... Haberleşme sınırlı, telefon yok ve de işte hep bildiğin şeyler, ama iyi ki şimdi bulduk lise arkadaşlarımızı...” dedim aynı yıl, aynı gün.
Devamla: “Öğrenciyken gamsızdık ne de olsa... Hani dünyayı ellerimizle yeniden kuracak kadar cesur, nasıl yapacağımız konusunda cahil, ama gamsızdık bir yandan... Ben hep alerjik biriydim -gözlerin altı yine siyah-toza-toprağa bile... Soğuğa -sıcağa bile... Ama gençliğin neşesi diyelim... Çocukken daha çok göz bebeğimde sevinç... Gide gide azalıyor... Çünkü insan yaşamı anlıyor, sorguluyor, çaresiz kalıyor çoğu anlarda. Öğrenci evimizin dış duvarı önünde, günışığı altında çekildi bu... Öğrenci arkadaşımızın harçlığıyla aldığı bir fotoğraf makinesiyle... Ankara Basın -Yayın Yüksek Okulu'nun karanlık odasında banyosunu yaptı-ince bir karta basılı... Aşamalarında ben ve ev arkadaşım Selma hep tanık...”
“Tam o değil!” dediğindeyse şunları yazdıydım: “Mezuniyet sevincidir, biraz da gururu belki... Ne gördüğünü tanımlayabilecek olan sensin. Bu fotoğrafı değil ama bundan hemen sonra saçlarımı iyice kısalttırıp, sabit fotoğrafçıda çekilen bir başkasını mezuniyet belgesine kullandım... Gördüğün gibi bunlar şekle şemâle girecek cinsten değil. Bir de zayıfım çok... Bitirme sınavları canımıza tak etmişti, lisedekinden yedi sekiz kilo az halim… Doğalım... Ne süs ne bakım...
Her neyse… Ben o günlerime şöyle bir gittim...Tam da o
halimi bilen okul arkadaşım Akif Kurtuluş da anımsadı beni ve “Hah!” dedi
kanımca… “Okuldayken böyleydi! Böyleydik! Dünya bizimdi sanki…”
Sonra genç bir kadın avukat “Ne kadar güzelsiniz! Üstelik hâkim duruşu sinmemiş
henüz!” dedi. “Ben çekmiş olmayı isterdim, beni böyle çeken de yok, yeteneğim
de!”
Ona:” Kursa başla Özgür; kurs sırasında hem çekersin hem de çekerler. Sanatı
öğrenmen kâr olur canım. Ne güzel bakıyorsunuz siz hepiniz böyle... Gençtik, güzeldik,
henüz üzerimize sinmemiş yaşam gailesi... Sinmemiş 'Hâkim Duruşu' filan... Çünkü
o duruş da sonrakilerin hepsinde var olan hüzün ve o yalnızlaştıran yan
yüzündendir. Çünkü henüz ne yapacağıma karar vermiş değildim, mezun olup bir
rahat nefesti ilk özlediğim. Herkese çok teşekkür ediyorum, ama en çok bu
fotoğraftan sonraki birkaç yıl içinde Milliyet spor-foto muhabiri olarak işe
başlayacak ve şimdi Almanya'da aynı işi -belki artık Milliyet’te değil-sürdürüyor
olan, objektifle benim gençliğimi anıtlaştıran Münir Bağrıaçık 'a.”
Yine o yıllardan arkadaşım, okuyarak-yazarak-yayınlatarak edebiyat ilgisi hiç
bitmeyen Ömer Şenel dost” Tanıyorum bu çocuğu!” dedi. Yanıtım:” Evet, işte bu!
Çocuktuk! Kocaman olduk sandığımızda bile. Şimdi de olmak istediğimiz yine o
zaman, nedense.”
Bir yıl sonra Almanya’dan Münir fark etti paylaşımı ve “Ünsal’ cığım bu
fotoğraftaki yansıma orijinalde yok değil mi? Filmini bulmam mümkün değil… Ama
bu fotoğrafı yeniden tarayıp düzeltebiliriz...” dedi. “Yansıma yok tabi... Ben
fotoğraf makinesi ile çekerken oldu o yansıma... Ama aslında da o çizikler var,
keşke o yılların filmlerini bulabilsen. Hem bunu hem de Cemal Süreya ile olanın
aslını aktarabilirdik buraya...” dedim. “Filmleri bulmam çok zor be cancağızım…
Yansıma sanırım camdan ve ışıktan kaynaklanıyor. Düzgün bir röpro yapalım, çizgileri
ben yok ederim...” dedi. Gönderdiği fotoğrafçı eli değen hâli de aşağıda:
Fakülte arkadaşlarım “Bizim anımsadığımız Ünsal işte bu!” dediler hep. Facebuk arkadaşım EKYAZ’dan Feride Cihan Göktan:” Ünsal Hanım, bu foto gerçekten çok güzel. Hem siz güzelsiniz hem de bir genç kadının hayata nasıl merak ve keyifle baktığını yansıtıyor gibi...” dedi. Gebze’den bir genç avukat da: “O yaşta o kadar masum ve umut verici bir ifadeyi yüzünde yansıtmak kolay şey değil, adalet macerası orada başlamış belli ki…” diye yazdı.
Bundan sekiz yıl önce, fotoğraf altına “Gençlik dirençliydi, şimdi içimizde kalan kırıntılarıdır” yazmışım.
Yedi yıl önce ise bu kez: “İşte bu kız 1982 yılında şeffaf zarf içine mavi hayır pusulasını korkmadan koyup, sandıktaki yüzde yedi hayır oyundan birisini veren üniversite son sınıf öğrencisi olan kız.
Bu yıl da yine gidecek ve Cumhuriyet ağacı, kökü, gövdesi kurumasın diye kahverengi pusulayı partili bir cumhurbaşkanı olmasın, yargı özü bağımsız ise zaten tarafsız olur, siyasete bağımlı olanın kâğıda yazılı tarafsızlığı kadar komik bir kavram olamaz, hayır diyorum tüm aldatmalara!” diyecek dedim.
Seçmen olarak o ilk oyu dahil bu ülkede verdiği her oy haklı
olduğunu ortaya koydu çünkü... Bu kez o genç kıza ve anılara yolculukta kendini
bir kez daha doğrulayan bu yaşlanmış kadına inanın diyorum tüm sayfa
dostlarıma. Biz zaten hayır diyeceğiz diyen çoğunlukta zaten, biliyorum da...
Kafası daha önceki seçimler öncesinde olduğu gibi neredeyse bilinçle yükselecek
şiddet yüzünden karışabilecekler olursa diye... Çünkü daha şimdiden iktidar
sözcüsü sadece başkanlığa evet denirse terör bitecek diyor, hayır denirse
sürecek demenin de süren terörün de kaynağı olunmasa da bitirilmesi için
gereken yapılmıyor ikrarı ve iması içinde bir söylemle... Hayır demek için bir
nedenimiz daha oluyor böylece. Terörle tahdit edilen yaşamlarımızı tahditsiz
hale dönüştürme görevini yerine getirsinler, muhtemel ve bitmeyecek terörle
tehdit edemesinler diye...” yazmıştım… Ama iş benim sayfamdakilerle bitmiyor ki
ülkemde, tehdide boyun eğenler kadar, açlığa, umuda mahkumlar da eklendi de sistem
bozuldu iyice.
Sonra bağımsız cumhurbaşkanı yerine muhaliflerini düşman sayan, aşağılayan partili
başkanlık devrine geçildi işte. Yenildik diyorum bazen… Çünkü yaşam gailesi
kadar gerçek sağlık sorunları da çaresiz bıraktı çoğumuzu. Bu yıl (25 Ocak
günü) “Şu fotoğraftaki "mezunum artık" sevincine, çalışınca,
isteyince başarabiliyorum bakışlı günlerime dönebilsem...” diye yazdım
fotoğrafın altına. O yıllar küçük ailemizde her sevdiğim sağdı çünkü. Onların
varlığıymış bana güç veren, o yıllar şimdiki bilinçle bilemesem de.
Sonra, bugün bu yazıyı gözden geçirdim. Fotoğrafın çekildiği yılın üstünden 42
yıl geçmişken yakın, uzak nice sevdiğimin bu dünyadan çekip gitmesine bu yılın
ocak ayında kardeşimi ekleyeceğimden haberim yokmuş diye düşündüm. Yoğun bakıma
gireli beş gün olmuştu ve onun yine sağ salim çıkacağına umudum sürüyormuş…
Oysa 5 Şubat gece yarısına yakın o da çekip gitti bu dünyadan.
Bir kez daha yenildik ölüme, yaşama çabasının gücüyle güç veriyordu bana, ben
bu çabamda da onsuz dünyada da biraz daha yalnız kaldım ve onun gidişi kadar
kendi yalnızlığım yaktı canımı.
Gebze, 19.5.2024, Ünsal Çankaya.
Gerçek Edebiyat com, 22.6.2024