Translate

FOTOĞRAF ALTI YAZILARI -1- ilk bölüm


FOTOĞRAF ALTI YAZILARI -1- ilk bölüm

Çok eski yıllarda ‘fotoğraf altı yazıları’ diye bir tamlamayı eğer kitap, gazete, dergi ya da afiş söz konusu değilse kimse kurmazdı. Çünkü en fazla ve tabi ki her nedense vesikalık fotoğrafın ön yüzüne kocaman bir imza atılır, kime sunuluyorsa ona hitaplı yazı ve unutulmadıysa eğer sunma tarihi ise fotoğraf kâğıdının görüntüsüz olan, arka tarafına yazılırdı. Çekildiği tarih için belirli gün ve haftalardaki giysiler ipucu olabilirdi tabi. Benim elimde eski albümlerden imzalı fotoğraf çok kalmadı... Ah, yıllar, taşınmalar... Kayıplar...

Ama yazısız çizisiz de olsa kâğıda baskı çok fotoğrafım var, kiminde ben varım, kimini ise çeken ben. Her durumda onların sayısı da kırk yılı aşan zamanda yüzlerce, belki sadece ilk bindir, belki küsuratı vardır biraz da... Kiminin baskı fotoğrafı yanında otuz altı pozluk filmlerini bile saklamışım ki dijitale hatasız aktarmak için burada bir fotoğraf stüdyosuna yüklüce ödeme yaptıydım, kaliteli dijitalleşen fotoğraf tarihimin sekiz yüz fotoğraf kadar kısmını orda hazırlanan bir dvd içinde saklıyorum, yıllar içinde kullanılamaz hale dönüşmezler ve o tek dvd bozulmaz ise.

Sanal dünyanın kolaylığı dijital makinelerle yüzlerce fotoğraf çekip, üzerini tıkladığımızda hangi tarih ve saatte, kaç metre uzaktan pozlanıp ne boyutta ve hangi tür makine ile çekilmiş olduğuna ilişkin detayları saklamakla kalmayıp her kare üzerinde dilediğimizce kesip biçme olanağı vermesi...
Son on yıldaki içinde olduğum ya da benim baktığım fotoğraf karesi neredeyse her ay yüzleri buluyor. Yitip gitmesinler diye yedekledim çoğunu, sanal dünyada bazen bir kısmını herkese açık paylaşıyorum ve bazen paylaştığım o fotoğraf içeriği ile uyumlu, bazen tarihteki günün bendeki anlamı ve günde ne yaşandığı ile ilgili minik notlar iliştiriyorum...

Sanal dünya sadece kendisine eklendiği tarihi veriyor detay olarak, çekildiği tarih çok eski olsa bile... Notlar içeriğindeki tarihler ve duygular ise işte bu anlamda dijital tarihi insan yanımızla tamamlayarak eklemek oluyor sanal dünyaya. Bu yazım sanal dünyadaki (Sadece bir sosyal medya alanı ve bilgisayarımdaki ile sınırlı tutarak) dijital tarihimi tamamlayan o küçük notlarımdan örnekler içeriyor.

Fotoğraflar olmadan da notlar insanın hayal dünyasına sesleniyor ve gün, saat ya da duygusu hakkında bilgi verdikleri de görülecek okunduğunda. Ben sadece bu yazıyı okuduğumda o fotoğraf karesinin kalanı da canlanacak yüreğimde, öncesi ve sonrasıyla. Çalışıyorken mi, izindeyken mi, bayramdayken mi, düğünde ya da cenazedeyken mi ya da emekliyken mi çekmişim, dalıp gideceğim o anlara, o duygulara. Benim dışımdakiler hayal edebilir ve kendi tarihleri ile çakışan görüntülere ulaşabilirler belki okuduğunda.

Yazmaya, daha doğrusu anılar altındaki bazı notlarımı toplamaya iki bin on dokuz yılı ekim ayı yirmi yedinci gece, sanal dünyada önüme çıkan anılar uygulamasındaki değişik yıllardan sunduğu anılar ile başladım. Ama artık sayısı onlu binleri epeyce geçen fotoğraflı anılarda gezinmek epey zamanımı alacak benim, yazı ne zaman biter bilmem. Çünkü ben not koymadıklarımda da dalıyorum derine.

Şimdi o örneklerden bir buket yapıyorum, hayal edelim fotoğrafı eklenmemiş olan karedekileri, tahmin yürütelim içerik için, hangilerine ve ne notlar iliştirmişim bir söz gezdirelim...
Çünkü bu yazıya çoğunlukla notları ve altındaki yer bilgileriyle notu yazdığım tarihlerini alacağım, fotoğrafları değil. Hayal edin karenizi, hayalinizdeki oluşan fotoğrafla okuyun istiyorum belki de.

“Ay bir yarım dünya olarak parlıyordu, damlalar ise işte öyle iri düşüyordu, nasıl ıssızlık basıyordu geceleri dağlara, gökyüzüne, yeryüzüne... İnsan o gurbeti işte tam orda duyuyordu en yoğun haliyle.
Ne işim var burada sorusunu aya asıp dönüyordu evine. “ (Gebze, Dilovası, Çerkeşli Köyü, Kömürcüler OSB keşiflerinden, 22.10.2012)

“O zamanlar adı henüz koyulmayan, şimdiki Osmangazi Köprüsü alan kamulaştırma keşiflerinden. Alan sınırları tel örgülü. Yüklenici firması JAPAN- IHI CORPARASİON ve tel örgülerde bağlı kocaman bir afişle "İlk hedefimiz bugün ve her gün iş güvenliğinin sağlanmasıdır!" diyordu. “Bildiğim kadarıyla çok titiz çalıştılar... Hatta kendi sorumluluğunda olmayan bir hata için bile bir japon mühendis intihar etmişti anımsanırsa...
Oysa biz, bizi yönetenler başta olmak üzere sorumluluk bilinci eksik, sorumluluk hak ve hukuku konusunda duyarsız ve herhangi bir olayda olabildiğinde yükü ve sorumluluğu başkasına atan, ya da yıkan zihniyette insanlarla dolu bir ülkedeyiz...
Benim ilk hedefimse bundan sonra bu ülkede ruh ve beden bütünlüğü içinde sağ kalabilmek için ne yapılabilir onları bulmak...” (Dilovası, Muallim Köy, Körfez Geçiş Köprü Ayağı keşiflerinden, 22.10.2012)

“Bu karede bir, dört, beş sayılı sıralarda doğan ablam, ağabeyim ve ben bir arada, bayram nedeniyle ablamın evinde, mutfaktayız. Diğer odada yedinci doğan en küçük kardeşimiz. Altıncı sırada doğan ise gelmiyor epeydir bayram seyrana... Ama kalbimiz hep onunla... (Hey canım, duy bunu, seneye ilk bayrama toplaşalım bir araya...) Arada iki ve üç hakkında bilgi yok denilmesin, rahmetli annemin "Onlar çok güzeldi!" dediği ve henüz birer yaşındayken melek olan iki kardeşimiz varmış, babamız, annemizle köyde, bayrama bekliyor bizi.” (Eskişehir, 25.10.2012 (Not: Hayır, sonraki ilk bayramda ya da sonrakilerde de gelmedi altıncı… Aile büyüklerinden ve kuzenlerden kimi ölümlerde babamın ya da annemin köyünde ya da ilk durak olan akrabaların çoğunlukta yaşadığı, öldüğü Eskişehir’de, camiler ve yas evlerinde görüşebildik sadece.) (Bir yeni not, ağabeyim de gitti onların yanına, iki yıl oldu. )

“Henüz kar yok. Hava ise çok kirli, ağacın dallarına saklanan bulutlar pembeleşmiş çünkü. Oysa dün gece izlediğim SANAT adlı Sanatart Tiyatro'nun sergilediği oyundaki tablo gibi olmalıydı gece. Bembeyaz... "Beyaz Geceler" beyazlığı kadar olmasa bile...
Aşağıdaki notu bir sayfa dostunun sayfasına yazmıştım, düşündüren, gülümseten, bilgilendiren güzel paylaşımlarının sıkı takipçisiyim, dün geceki paylaşımın sonunu şöyle bağlamıştı: "Ah, susmayı seviyorum kalbin kırılmasın diye!" Ne güzel bağlanmış dedim üstteki bölümün kırabilecek yargıları bu incelikli son ile. İncelikli bir mesaj işte... Kırmamak için susmak... Yanıtlanmalıydı yaşamdan bir kesit ile... Oyun hakkındaki duygularım kendi sayfamda da kalsın istedim, fotoğraf karesi de oyundan eve dönüşte, kapı önündeki ışıkların ağaçlar, ağaççıklar üzerindeki oyunlarının saklanması amacıyla belgelendi elbette. Biri diğerinin bütünleyeni. Dostluklar da öyle değil mi zaten? Çoğunluk öyle...

"Üç değerli oyuncu, üçü de- ilk izlediğim zamanlara göre- yaşlanmış, ama her üçü de oyun gücünden zerre kaybı olmadan gelmişler güne... Cihan Ünal, Can Gürzap ve Mutlu Güney. Oyunun adı Sanat. Oyun da böyle bir mesajla bitti bu gece...
Sanat ve sanatçılar üzerine ciddi anlayış kavgaları verir gibiydiler görünürde, ama asıl arkadaşlıklarını sorguluyorlardı... Bozuldu araları, arkadaşlığa inançları da tabi...
Sonra uzlaştılar ve yeniden eski hale döndürmenin başlangıcı olsun kararı aldılar çıktıkları yemek. Uzlaşırken biri bir konuyu "Bilmiyorum!" diye geçiştirdi biliyorken, diğeri bembeyaz bir tuvalden ibaret tabloda gelip, bembeyaz bulutlar altında, kar yağarken, bembeyaz giysiler ve aletlerle kayarak giden ve ortalığın bomboş kalmasına ilişkin bir hikâye kurdu boş tuval için. Kimse kırılmasın diyeydi bu. İçimiz buruldu sonunda. Çünkü kıra döke yürümüyor çağımızda hiçbir şey. Biraz aldanmış görünmek, biraz aldatmak. Sonra inanmak hepsine, kendine bile."
Aşağıdaki bu yazıya eklediğim iki fotoğraf karesinden ilki, her yaz başı çiçeklerinin kokusu ile sarhoşluğun ve özlemin karıştığı anlar yaşadığım iğde ağaçlarından küçük olanı var... Yine fazla budanmış tabi, yine dallanmış onca kesilmeye direne direne... Annem ne severdi iğde kokusunu. Ne zaman görse bir minik dal alır, koklayarak gelirdi eve. Bir küçük çay bardağına koyardı o dalı. Dal kurumaya başlarken dökülürdü o minicik çiçekleri. Annemin toprağında ağabeyimin diktiği iğde... Bir ağaç.
Özlem dolduruyor insanı. Anneye, ağabeye, emeğine sevgiyle. (Gebze,15.12.2017)

Emirdağları. Görüldüğü üzere babamın öz dayısı Kâmil Karanfil'in yaktığı türküdeki gibi aynen; birbirine ulalı. Kör dumanlı yaylalar, ah o yaylalar da çocukluğum da çok uzak, belki de kör dumanlı. Çünkü nereye gitsem kendimi gurbette duyuyorum, sıla ise hep ırak! (15 Haziran 2018.)

GURBETTİR

Biz gideriz dağlar kalır yerinde
Emir Baba, onca yayla yerinde
Pınarlar da çağlar sel olur gelir
Aykız'ın selamı dağın gönlüne.

(Yukarda yazılan ve altta benim çekip, bu yazıya eklediğim ikinci fotoğraf altına… Gebze, 24.06.2018)

“Gidip gelip özlemle baktığımız dağ orada. O dağın eteklerinde bir köy. Sessizce toprağa yatanlarımız da orada. Yol yorar. Hüzün eklenince. Acı eklenince... Yol yorar! “(Emirdağ- 22.11.2017)

“Kuzenim Bülent de anne ve babasının koynuna yattı. Biz ağlamaya hazır bulutlar altındaki birbirine ulanmış Emirdağlarına onu, oradaki tüm sevdiklerimizi emanet edip döndük. (Gebze, 20.8.2017)


“Dünkü fırtına, dolu ve yağmur sonrası bugün. Yağmur denizi yıkamış sanki.
O kadar temiz... O kadar mavi.” (Balıkesir, Akçay, 29.7.2017)

“Biz o gün Gülcihan'ı uğurlamaya gitmiştik. 2016 Şubat ayı on yedinci günüydü. Sağ kalan dayılar ve teyzeleri bir fotoğraf karesine topladım, o toprak damlı köy evinin önünde. “Bu kadar kaldınız dedim. İyi bakın, ne olur iyi bakın kendinize!" Dinlemediler, çünkü ne de olsa büyük sözü dinlemeye alışık onlar, küçük sözü değil! Bu yıl şubat sonu Munise gitti; canım annem, Celalettin ve Gülcihan'ın yanına. Bugün Mustafa... Bu fotoğraf sağ köşeden kırıldı...” (Afyonkarahisar, Hamzahacılı Köyü, 18.6.2017)


“Önceki günden düne, dünden bugüne kalan, kangal dikeni çiçeği. Pembe, ipeksi. Uçacak gibi. Anne köyümün dikeni... Dikenler aslında ilk zamanlar böyle zarif ve muhteşem çiçekleri olan bitkilerdir. İnsanlar gibi. Bin bir çiçeğinden birkaç tanesini fotoğraf karesine saklayabildim. Kimi yol kıyısında, kimi mezar arasındaydı. Anımsayın türküyü. Evet! Mezar arasında harman olmuyor. Gidenler geri dönmüyor! Şimdi o da acımız kadar taze. Çünkü gözyaşlarımızla ıslanıp büyüyor bu dikenler. Sonra... Kuruyacak, acımız ve onun yakıcılığı artacak. Mezarlık çiçeklerinde huydur bu. Bir de mezarlığa bırakılanlara duyulan özlem. Kalanları hep kavuracak. Ölüp gitmek bir şey değil, bu dikenler onlarla büyüyor, kalanlar dokundukça kanayacak yaralara dönüyor ölüm!” (Bizim döndüğümüz yer ise Gebze, 21.6.2017)


“İstanbul'dan Gebze'ye doğru. Araç hareket halinde. Ay dolun, yıldızlar yok.
Gece çok hoyrat. Kalp kırmak ne kolay iş, gönül almak ne zorlu.” (Gebze, 10.4.2017)

Üvercinka, Haziran 2022, Sayı:92