Translate

Çağdaş Türk Dili Dergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çağdaş Türk Dili Dergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

IHLAMUR KOKUSU

Yenilme dediğimde hep başaran kardeşim Ali Türkmen'e.
Bir kez daha sesleniştir, son çaba...

IHLAMUR KOKUSU

Bahçemizde bir ağaç var, pencereme çok da yakın,
Onca yılda ne kokladım ne de gördüm çiçeğini.
Kocaman yaprakları var, çiçeğini saklıyorlar,
Getirmedi hiç odama kokusunu çalan rüzgâr.

Dündü, parkın bir ucunda bir ağaçta bir adam var,
Elinde çok uzun çubuk, ucunda bağlı bıçaklar.
Dokundukça dallarıyla yere iniyor yapraklar.
İşte o an kokusuyla burdayım dedi ıhlamur,
Şehriniz çaldı kokumu, gelemedim sana kadar.

Birkaç dalı aldım yerden, üstünde çiçekleri var.
Tek tek ayırdım dalından, koydum serdiğim örtüye,
Sabaha dek kokusuyla mutlu etti ıhlamurlar.

Benim kazanç hanem zengin, evimde çiçekleriyle
Kokusuyla sarhoş eden taze ıhlamurlarım var,
Park kamuya ait elbet, ben bir kamu üyesiyim,
Her dal her çiçeği zaten helâl anam sütü kadar.
Hem de biraz budanınca küsmüyormuş ıhlamurlar.

İntizar söylüyor hâlâ, kalbe dokunuyor hâlâ,
Çok yıllar geçti albümden, 'nazar boncuğu' çatladı,
Eskisi gibi huzurla dinlenmiyor ki şarkılar.

Dizi dizi ağlıyordu, üzülüyordu insanlar,
Diziye özel şarkılar, dizilere dertli aşklar...
Çünkü yalnız dizilerin, filmlerin yönetmeni var,
Son yazmadan son sahneye mutluluğu onlar koyar,
Yönetmenin istediği mutlu sonda ödüller var.

Artık ayrılıklara değil sevince söyle İntizar!
"Kar tanesi gibi nazlı, kuş kanadı gibi kırık..."
Koptular ya ağacından, düşüp orda kalmadılar.
Her ayrılıkta hüzün yok, sevdiğine kavuşma var,
Sevincimizi artırsa evimize dolan bahar.

Gebze, 27.6.2023, Ünsal Çankaya.
Çağdaş Türk Dili Dergi, Mart 2024, Sayı:433

Not 1: Kardeşciğim bu kez de direndi çok... Ne çok umudu, hayali vardı gerçekleşecek. Ama Kansere değil hastane enfeksiyonlarına yenildi. Dergiye onun yoğun bakıma girdiği gün, erken saatte yollanmıştı bu şiir :"Kardeşciğim hastanede, kanser... Son demleri belki de...İçimden ona bir bahar sevinci yollamak geliyor... Dayansın diye... Dirensin diye... Bir kez daha kazansın diye..." notu eklenip.
S
onrasında haber geldi, aceleyle yola çıktık, yetiştik hastaneye, bizim gidişimizden az sonra girdi yoğun bakıma, veda için gittiğimi bilmiyordum o zaman, ama son dokunuşummuş meğer yanaklarına... Son öpüşümmüş elinden, uyu, dinlen, çok yoruldun deyişim... Huzurla uykuya dalışı da bu cümlemden sonraydı...

Not 2: İntizar, Nazar Boncuğu albümünden bir şarkı, aynı adla bir televizyon dizisi ve o dizide jenerik müziği.


DELİCE- ACININ ŞİİRİ-

DELİCE -ACININ ŞİİRİ-

Yeteneği yaşamaya ait sınırlar içindeyse insanın, yaşaması zor olmaz.
Zor olan yeteneği sınırlayıp yaşamaktır, ardından mutsuzluk gelir,
Böyle anlar çoğaldıkça aylar, yıllar, bütün yollar acıya anlam ararlar.

Ayrık değilsen herkesten, çoğun anlamı sendeyken,
Delice uçmayı unut, kendi masalını dinle.
Anlamıyla koy kalbini, yeteneğinin içine,
Koymadığında olanlar geliyor sözün peşinde.

Susuz ırmağa dönersin, çoraklaşırken toprağın, kalakalırsın çöllerde vahan bile olmaksızın.
Yolların yola bağlanmaz, akar yıllar, akar yollar, kapanır tüm kapıların.
Kalakalırsın kapanda, kalakalırsın çıkmazda, kilitlerin olmaksızın.
Kapanın elinde kalmaz sende kalır yalnızlığın!

Bütünüyle çıkmaz olur umar umduğun sokaklar.
İçine oturur durur bu kapana kısılışın.
İçinde kalanlar derttir, derttir orda yaşattığın, 
Engellenen, es geçilen, unutuşa hapsedilen düşlerindir hep delice.
Belleğini tazele ve unutuşuna yenilme!

Delice sözcüğü rehber, her anlamı senin olsun,
Bu dünyada var olmanın süreci de süremi de gizli sözcüğün içinde. 

(Delice diye köylerde at arabası ardına, sadece harman zamanlarında, tarladaki biçilen sapları ve hayvanlar için kurutulacak yonca ve biçili otları yükleyip, sapların saman ve tahıl olacağı harman yerine, otları kışın kullanmak için dam üstlerine yığmak için taşımakta kullanılan özel yapım geniş ve parmaklık kıyılı yük aracına denirdi. Yaşayan, modern hali kamyon ya da römorklarda aynı amaçla kenarlarında yükselen tahtalardır.)

Bir tür sınır denilebilir deliceye, açıkça bir tür sınır!
Yeteneğin sınırlanması değil ama amacı.
Çünkü taşımak eylemi insanlar için kurallara bağlıdır da sap ve saman için de vardır aynı sınırlar.
Tüm dünyada en, boy, yükseklik gibi ortak istiab sözcüğüyle yasalarda tanımlıdır.
Güncel dilde biraz varken şiirde yer almayandır.
Ancak insan her sınırı zorlayan ve başarandır.
Deliceyi yedeğine alışı da sadağına koyuşu da bundandır.

Delice bazı ağaçların, aşılanmamış yabani hallerine de denir.
Bilirsiniz, melodisiyle eşlik edin hemen!
Boşuna mı "Delice, delice, delice zeytin!" der Ezginin Günlüğü ile sevdiğimiz türküler.
Ahlat da öyle! Delicedir ağacı, dirençli ve özgürce.

Delice aynı zamanda yararlı otlar içinde büyüyen dikene denir.
Delice biraz bu tanımından el alarak toplumsal yaşamın içindeki aykırılıkların her türüne ad olur.
Delice iş, delice hareket tanımında olduğu gibi normalin dışı, cüretli olana denir...

Normalin ne olduğu kadar delice olmasının ne olduğu da farklı farklıdır.
Muhteşem mi yoksa küçümsenen mi, inanılamayan mı olduğu zamana, zemine ve bakışa göre şekillenir.
Örneğin Hezarfen'in uçmayı denemesi delicedir.
Kimi inanılmaz bulduğundan der, kimi küçümsediği için, kimi muhteşem bulduğundan o delice uçuşu.
Ancak uçmasını ve rasathaneyi yasaklatmak da o dönemin kıskanç bağnazlarının en delice eseridir.
Acıdır bu. İnsanlıktan çağlarca geri kalışın nedenidir.
Matbaanın gecikmesi aynı acılıktan beslenmiş, kalbimizdeki kederle acısının yeri berkitilmiştir.

Kimi şiirler delice yazıldığından başa döne döne okunmalıdır.
Döne döne, sonu ile başı birbirine dönüşene dek.
Yüksek sesle ve vurguları güzel Türkçemiz ile.

Bu okuma böyle delice yapıldığında çoğu şiir acının şiiridir.
Normale isyanın şerh düşülmesi.
Çıkmazlara yol açmak, peynirini çaldığın kapandan kurtulmaktır.

Çünkü delice olan gereksiz değil, tam yerinde, tam zamanında gerekendir belki de.
İnsanı insan eden de şiirine vardıran da bu yol ve akan zamandır.
Akan zaman durana dek delice olan ne varsa yaşanmalıdır.

Öyleyse yaşanmayan hiçbir şey kalmasın, kapılar kapanmasın.
İçlerinde yalnızlıklar, yılgınlıklar, umutsuzluklar birikemesin,
Delice zeytinler, ahlatlar rant için aşılanıp dönüşmesin iyiye.

Armudun iyisini ayılar yerken küsmesin doğa.
Yenileyip dursun kendini düşlendiğince.
Kapanlara kısılıp tükenmeyelim diye!

Mutluluksa amaçlanan, huzursa ömür adanan,
Delice yükselsin umut, korusun kendini gerçekleşene dek,
Dikenleriyle!

Gebze, 12.11.2006- 2023, Ünsal Çankaya.
Çağdaş Türk Dili Dergi, Ocak 2024, Sayı:431






İNCİR ÇEKİRDEĞİ İSTEYİNCE DOLUYOR

İNCİR ÇEKİRDEĞİ İSTEYİNCE DOLUYOR

İncir konusunda yazılmayan ne kalmış olabilir? Her şey yazılmış diyorum aklıma takılan bir cümle ve onun da çağrıştırdığı Ahmet Erhan'a ait bir dize yüzünden. Sanal ağda yaptığım gezi sonrasında, aklımda kalan cümlenin yanlış, şiir dizesinin ise doğru olduğu ortaya çıkana kadar da üzerine yazmayı düşünmediydim. "Kurumuş kuyunun suyu, incirin sütü çoktan çekilmiş” diyor dize ve “Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi/ Ayrık otları, dikenler bürümüş" diye tamamlanıyor o bölümü şiirin.

İncir sütü, olgunlaşmamış incirlerin dalından koparıldığında uç kısmından akan beyaz sıvı. Bu sıvının çeşitli yerlerde kullanımı var ama dikkatle olunmalı. Dudaklara ve ağız içine geldiğinde yanma hissi oluşturabilir. Deneyimleyen bilir... Eller yapış yapış olur ve soğuk suyla yıkayınca geçmez... İncir lekesinin incir yaprağı ile ovuşturularak çıkacağını okumuştum bir yerde diye düşünmüştüm. İşte aklımda yanlış kalan bilgi de buydu.

“İncirin sütü çoktan çekilmiş.” Sütlü bir meyve değil tabi ki incir, o akışkan sıvı zaten sadece taze halindeyken akıyor, incirin kanı gibi. Kenger dikenindeki, çiriş otundaki gibi… "incirin kanı" diye tanımladığımda "Tüm kanım çekildi" diyen deyimimize de bir selâm yollamış oluyorum böylece. 

Bu yıl mayıs ayı ortasında “sistem devam etsin mi etmesin mi” diyen ittifaklar arasında, zamanından erkene alınmış bir seçim etkinliğimiz vardı. Oy gününden bir gün önce gelen oğulla semt pazarımızda yukarıdan aşağıya yürüdük öylece ve birkaç tezgâhtan meyve, bir tezgâhtan her yıl olduğu gibi ona koymaya keçi peyniri aldım. O sırada da tesadüfen yan tezgâhtaki köylü kadının toplamak üzere olduğu boş sepetlerin birinde gördüm taze, yemyeşil ve iri incirleri. Sabah çıkabilsem daha miniklerini seçerdim ama o da reçelini yaparken fazla yorardı beni. İncirin o hali yenmez, ağzınıza değdiğinde duyulan acılık hissini gidermeye birkaç gün yetmez… Ama işte o acı halinden reçel yapılır tam bu mevsimde. Reçel yapma bir sanat, bir emekli iş ve sonucuyla mutlu eden beceri. Benim için hem eğlence gibi hem de emekli işi. Emekli sözcüğü birkaç anlamda okunabiliyor, vardı bunun söz sanatlarında bir karşılığı ve onu da siz bulun diyorum okuyana, işte bu da daha yazarken gülümsetti beni. Okuru işe ortak etmenin çoğu yazarda var zaten örneği. Ben de denemiş oldum, bunda ne var ki! Başka meyvelerde epey iyidir reçelde ustalığım, incir reçelini de ikinci kez yapmış oldum, güzeldi. Azımsayamam becerimi, ilkinde bile “Derece almak ne, kesin ilk üçe girer!” tanımında başardım işi.

Aslında onların incir çiçeği olduğunu da alırken değil, tarttırırken değil, hepsini - ki bir kilo bile gelmedi hepsi- terazinin kefesine koyarken bir incirden elime sızan beyaz sütün eve geldiğimde hafif kararmış ve yapışkan bir şeye dönüştüğünü görünce ve buz gibi akan suda o yapışkanlıkta hiçbir çözülme görmeyince suyu biraz ılıtıp, sabunladım ve hazır aklıma takılmışken sütü  henüz çekilmemiş incirlerin yaptığı bulaşıklık ya da giysilerdeki lekesi nasıl çıkar diye sanal ağdan incir ve sütü konusunu derin derin araştırırken öğrendim... Başka öneriler benzin ile, makinede deterjanla, sıcak su, sabun vb...
 
“İncir ağacı çiçek açmıyor muymuş?” dediğinizi duyuyorum sanki... Açmıyormuş. Kesin bilgi.
"İçine baktığınızda minik spermleri andıran incir, aslında içeri doğru açan bir çiçek türü." diyor bilim.  Diğer meyve ağaçları gibi çiçek açarak büyümeseler de içeride polenleşmeye ihtiyaç duyarlar. Çiçekleri armut şekilli bir kozanın içinde açar ve sonra olgunlaşıp yediğimiz meyvelere dönüşür. 
Peki ama kapalı büyüyen incir nasıl kendi kendine polenlenebilir ki? İşte yanıtı; incirler, genetik malzemesini yayacak incir arısını da kendi içlerinde yaşatır. İncir arısı olmadan incirler türlerini devam ettiremez. İncir arısı da incir olmadan yaşayamaz çünkü larvalarını incirin içine bırakır. Bu ilişkiye mutualizm adı verilir. Peki o ne demek? Haydi bir yeni bilgi daha öğrenelim bu yeni sözcükle: "Mutualizm, farklı türlerden iki canlının karşılıklı yardımlaşarak her iki tarafa da yarar sağlamasına dayalı olan bir ortak yaşam biçimi. Kendi başlarına da hayatlarını devam ettirme becerisine sahip olan iki canlının bir araya gelerek daha kolay besin bulmasına dayanan bir simbiyotik yaşam biçimidir." diyor sanal ağ. Simbiyotik nedir geçelim, onu merak eden araştırsın. Mutualizm incirde nasıl tamamlanıyor şimdi onu görelim:
“Ekonomik açıdan değerli Sarılop ve Bursa Siyahı incir çeşitleri, meyve vermeleri için mutlaka döllenme işlemine gerek duyarlar. Bu amaçla dişi incirlerin en önemli meyve ürünü olan yaz ürünleri (iyilopları) döllenme amacıyla iyiloplarla aynı zamanda olgunlaşan erkek incirlerin ilek meyvelerinin içlerindeki arıları ile birlikte dişi ağaçları üzerine bırakılması işlemine ilekleme, bu amaçla kullanılan erkek incir meyvelerine ilek denir. Burada önemli olan ilek arıcığının yeteri miktarda ve hastalıksız poleni dişi incir meyvesindeki dişi incir çiçeklerine ulaştırmasıdır. Yeni bir sözcük daha öğrendik işte. İlekleme.  İlekleme sonrasında ne oluyor peki? Dişi incir arısı, yumurtalarını bırakmak için erkek incire girer. Erkek incir, arının yumurtalarını yerleştireceği bir şekle sahiptir. Dişi arının kanatları ve anteni, incirin küçük aralığından içeri girerken kopar, bu yüzden arı içeri girince dışarı çıkamaz. Bundan sonra yaşam döngüsünü sürdürme görevi yavru arılardadır. Erkek yavru arılar kanatsız doğarlar, çünkü yegâne görevleri dişilerle, yani teknik olarak kız kardeşleriyle çiftleşmek ve onlar için incirin dışına doğru bir tünel kazmaktır. Dişi yavru bu tünelden dışarı çıkarak poleni de beraberinde götürür. Eğer incir arısı yanlışlıkla erkek incir yerine, yediğimiz dişi incirlerin içine girerse, içeride üremesi için gerekli koşullar bulunmaz. Ve geri de çıkamaz çünkü kanatları ve anteni kopmuştur. Bu yüzden arı ne yazık ki içeride ölür, ama bu gereklidir çünkü çok sevdiğimiz bu meyvenin polenleri bu şekilde dağıtılır.”

Ülkemiz kurutmalık incir çeşitleri ve ekolojisi açısından dünyanın en kaliteli incirlerine sahiptir. Ege bölgesinin Sarılop ve Sarı Zeybek çeşidi, Gaziantep’in Halebi çeşitleri kurutmalık çeşitlere örnektir. Sarılop en iyi Büyük ve Küçük Menderes havzasında yetişen, birinci sınıf standart çeşidimiz olarak bütün dünyaca bilinir ve hiçbir incir çeşidinin kurusu bununla boy ölçüşemez.
Kurutmalık çeşitlerde aranılan özellikler meyvenin ince kabuklu, kalın etli, kuru madde ve şekerce zengin olması, düzgün ve homojen kuruması, kuruma süresinin kısa olması, kuruduğu zaman kabuğu kararmayıp aksine açık renk alması, kabuk inceliğini muhafaza etmesi, meyvenin iri, yumuşak, ballı olması ve çekirdek miktarının az olmasıdır.
Taze olarak tüketilen incirlerde aranan başlıca özellikler ise meyvelerin düzgün şekilli olması, olgunlar toplanırken sapın dalda kalmaması, kabuğun kolay soyulması ve ağız tarafında yapışarak yırtılmaması, etinin güzel, sarı veya pembe-kırmızı olması, ne yakıcı tatlı ne de yavan denilecek şekilde az tatlı olmaması, raf ömrünün uzun olması, buruk olmaması ve çekirdeğinin az bulunmasıdır. Taze incirlere örnek olarak Bursa Siyahı, İzmir Bardacık, Göklop, Bardakçı, Sultan Selim, Morgüz, Yeşilgüz, Kavak, Horasan, Siyah Orak, Beyaz Orak verilebilir.

Kurutuldu, satın aldık… Yerken çıtırdıyor ya incirin çekirdeği... Acaba sadece çekirdek mi nedeni?
Bakın bu konudaki magazin haberi şöyle: "Yediğiniz her incirde en az bir ölü arı saklı desek inanır mıydınız? İncir arıları, hem de canı pahasına, incir yiyebilmemizi sağlayan canlılardır. Teknik olarak inciri ısırdığınızda aslında incir arılarını veya diğer bir deyişle zamanında incir arısı olan bir şeyi de yiyorsunuz."  Haydi haydi, ürkmeyelim hemen bir canlı yiyoruz diye de çekinmeyelim, doğası böyle olduğu için incir çekirdeği ve arısı yan yanadır kabuğunun içinde, o nedenle inciri taze ya da kuru olarak yemekten vazgeçmeyelim. Çünkü abartılsa bile çoğu gerçek olduğundan yararlı bir meyvedir.
Yararlar ise şöyle: Antioksidanmış önce... Sonra herhangi bir nedenle süt tüketemeyenler üzülmesin, kuru incir sütün yerine geçiyormuş. İncirin içerisinde yer alan kalsiyum ve fosforla kemik ve dişlerin oluşumu ile sağlıkları garantilenirmiş, bu yüzden günde üç adet kuru incir yenmeliymiş. Göğsü yumuşattığı için bronşit ve öksürük sorunlarında balgam söktürerek rahatlatırmış. 
Ve incirin sütü ve yaprağı bile işe yarıyor diyor bulduğum alternatif tıbbi öneriler; "İncir sütü siğillere karşı kullanılabilir. Yaprağından çıkan süt ise siğillere, basura ve vücuttaki yaralara sürülebilir. Ayrıca incir sütünün hazımsızlığı giderici etkisi bulunur. Nezle, grip ve sıtma rahatsızlıkları için de kullanılabilir. İncir yaprağı suyu veya çayı bağırsakları çalıştırıp, sindirim sistemini iyileştirir. Kalp hastalıkları riskini azaltır. Antibiyotik etkisi vardır. Kan şekerini düzenler. Kolesterolü kontrol altında tutmaya yardımcıdır. Egzama, sedef ve vitiligo gibi cilt hastalıklarına iyi gelir. İncir sütü bal ile karıştırılıp bu karışım maske olarak uygulandığında yine bezelerin oluşumunu engellediği gibi cildin diri olmasını, dinlenmesini sağlamaktadır. Özellikle incir sütü kremleri, cilt lekelerini gidermede oldukça etkilidir. İncir sütü de diş eti yaralarına sürülebilmektedir. Gene incir ve incir sütü, böbreklerde taş oluşumundan önce meydana gelen kum oluşumunu büyük oranda engellemektedir ve kumun düşmesini de sağlamaktadır."

Derman olmadığı dert yok gibi görünüyor değil mi?
Ben yine de alerjik bünyeli biri olarak kendi kendinize denemeyin derim. Doktorunuz önersin ya da zaten onun verdiği ilaçlar yan etkileri giderilmiş incir sütüdür belki, anlamak için ilacın içerik bilgisi ve kullanım reçetesi olan o minik yazılarla dolu uygulama, yan etkiler ve acil doktora git diyen öneriler kâğıdını iyice okuyun derim. Ama işte tam şuraya da rahmetli Barış Manço'dan bir şarkı sözünü de ekleyelim ve derde deva halini ezgisiyle birlikte söyleyelim:
" Zehirin şifası süt ile incir ellerim kelepçe yüreğim zincir/ Sende biraz naz ediyorsun ama yine bana gönlün var gibi gibi/ Yüzüme karşı git diyorsun ama sanki gözlerin kal der gibi gibi..."

Peki "İncirin sütü çekilmiş" dizesi ile aklıma gelen incir sütü ne zaman kesilmiş oluyor acaba? Ne zamana kadar akıyor ve toplanabilir? İlk soruya doğrudan bir yanıt bulamadım ama herkes bilir ki zaten kuru incirlerde süt yok. Yaz ortasında almaya başladığımız taze incirlerde ise yenilebilir hale dönüştüklerinden süt kalmamıştır ve manavlardan alırken beyaz süt akmadığı için ya hasattan hemen önce ya da dalından koparılırken toplanıyor olmalı ilaç olsunlar diye.

Yaşasaydı Ahmet Erhan'a (Erhan Bozkurt'a) sorabilirdik o dizeyi kaç deneyim sonrası koyduğunu şiire. Uzunca yaşadığı Mersin'de ya da büyük annesinin Ayvalık'taki bahçesinde bin kez denediğinden neredeyse eminim ve nereden mi biliyorum büyükannesi Ayvalık'tan diye… Yeri gelmişken onun Zeki Ökten'in ölüm haberini paylaştığı 20 aralık 2009 gecesi paylaşımı altına yazdığım bir kısacık taziye dileğim üzerine yazdığını aynen koyayım buraya ki verdiğim bilgilerin gerçekliği bilinsin: "Çok Değerli Ünsal Çankaya, öncelikle günaydın… Dün geceden beri, beni uyutmayan bir sözünüz var: "Işığı kararında olsun." Benim ninem Ayvalıklı bir Rum'du ve bu sözü söylerdi, yıllar sonra siz hatırlattınız. Yalnızca ölümle ilgili değil, bütün hayatı kapsayan olağanüstü bir söz…
Ben size çok teşekkür ediyorum, esenlik dileklerimle... " 

Neyse... Biraz uzaklaştık ama biz asıl konumuzdan fazla uzağa gitmeyelim. Bugüne dek herkes bir incir ağacı görmüştür, o geniş parçalı yaprakları ve arasında dalından sarkan, sarkarken balın ağırlığından tombullaşan tarafı çatlayan, balı sızan ve o bala arılar üşüşen incirleri. Hiç olmazsa fotoğrafına denk düşmüştür. Ya da pazarda, manavda incir kasalarındaki özenli dizilişte bile akıveren balını, o balın altındaki serili yaprağını görmüş, almışsa unutamamıştır tadını. Ayrıca yine herkes bilir ki incir ağacının yaprağı tüm dünyada Adem ve Havva, Adam ve Eva ikona, figür ya da resim ve karikatürlerinde çıplaklığı vurgulayan ya da çıplaklığı saklamak için kullanılan örtüdür.

Neyse, “Leke nasıl çıkar?” sorusu için en kısacık çözüm yanıtı “Ilık su ve beyaz sabun!” diyordu.  Deneyip kendim bulduydum hani ve incir sütünün lekesi kendi yaprağıyla çıkar diyen bir cümle çağrışmıştı ya elim yapış yapış olduğunda, elimi yıkayıp dizenin tümünü aradığımda, işte o cümlemin ana fikrinin yazdığım gibi değil yanlış olduğunu da bulduydum ya sonunda...
Meyve lekesini elden ya da giysiden kendi yaprağı giderir ana fikirli bu cümlem anladığınız gibi en azından incir için yanlış kalmış aklımda, hangisiymiş onu açıklamayı da sona saklayayım değil mi?

Ama bu arada incir konusunda dikiminden budamaya, kurutmaya nice bilgiler edindim. Sorsanız usta bir incir yetiştiricisi, hasatçısı, satıcısı, alıcısı, değiştirip dönüştürücüsü ve nihayet uyutucusu olacak kadar bilgiliyim şimdi. İncir uyutur mu? Uyutulur mu? Her iki soruya yanıt evet olacak sınavda. Biri ilaç biri tatlı hali ki onlar konumuz dışı kalsın tarifleriyle.

Evet, incirin o yeşil yumru -koza- hali aslında incir ağacının çiçeği ve tomurcuğu sayılıyor vallahi. Tarım Bakanlığının sitesinden okudum bilgilerin bilimselini. Bilimsel olmayanları ise sanal sitelerin çoğunda var olan magazin sayfaları yazmış, sürüyle bilgi var, sebil gibi. Hayrat yani… Herkese açık alandan ve gerçekten de doğru mu yoksa yanlış mı konusuna fazlaca takılmadan aldım özlerini. Örneğin yetiştirme sırasında, hasat sonrasında ve ülkemizdeki toplam verimin dünyadaki yeri konusunda hap bilgi denecek doğru bilgiler derledim.

İncir ağaçları tozlaşma ile meyve verir duruma geçtiğinden daha fidan alımı sırasında bir dişi bir erkek incir fidanı seçilmeli. Dikim için en uygun dönem ilkbahar. Çünkü kış aylarında incir ağaçları yaprak vermez. Büyük ağaçlar var olan yapraklarını döker. Fidanınsa hayata tutunması için bol su yanında yapraklanabilmesi de gerekli. İçme suyunda istemeyiz ama incir kireçli toprak seviyormuş. Ülkemiz incir yetiştirme ve ihracında ilk sıradaymış. Bu birinciliği kaptırmamak için özenilmeli.

Nem oranı ve sıcaklığı uygun toprak arayan incir ağacının endemik özelliği var. Dünyanın her yerinde değil Akdeniz ve Batı Asya ülkelerinde yetişebilen, yerleşik bir meyvedir. Bu meyvenin ağacı, yetiştiği ülkelerde kutsal ve bereketli kabul edilir. Dünya genelinde incir tarımına değinilirse bu tarımın en çok Türkiye’de gerçekleştiği söylenebilir. Türkiye kadar çok yoğun olmasa da Mısır, Fas ve Cezayir de incir üretiminde söz sahibidir. Aslında incir yurdumuzun her yerinde yetişse de Ege ve Akdeniz’de olduğu gibi sanayi meyvesi olarak değil üretimi, oralarda varlığı meyve severlerin kendi aileleri için yemeye yetecek ağaç dikmiş olmasıyla sınırlı.

Yaz meyvesi incirin yazın ilk haftalarında erkencileri olgunlaşır. Haziranın ilk haftasında ilk hasat yapılır. Ağustosun ilk haftasında ballı kıvama gelen incir türleri toplanır. Çeşitlerine göre olgunlaşma süresi de değişmektedir. Örneğin Sarılop türü incir ancak sonbaharın ilk ayı Eylülde hasat edilirken, Bursa Siyahı, Morgüz ve Sultan Selim türleri için Ağustos tam hasat zamanıdır. Temmuz sonuna doğru yediveren incirleri hasat edilmek için dallarda bekler. Hemen bütün incir türleri yaz mevsiminde olgunlaşır, sonbaharın ilk haftalarına kadar dallarında canlı kalabilir. İnciri tam kıvamında yemek isteyenler erkenciler yerine yazın son aylarını beklemeli.

Hasat öncesinde eksi 5-8 ila artı 40 dereceye kadar yaşayan ve sonrasında verimi düşen incir ağacı ve meyvesinin hasat sonrası kurutulmaya çalıştığı gölgelikte nem oranı yüzde elliyi aştığında çürüyormuş, kurusunu alırken buna da çok dikkat kesilmelisin diyor bir diğer bilgi. Olgunlaşma döneminde yeşil ve sert dokulu olan incir; hasat zamanı geldiğinde mor ya da kırmızı renkli kabuklarıyla ilgileri üzerine toplar. İncir ağacının yakınından geçildiğinde duyulan tatlı ve aromatik koku incir yemeye çağrıdır.

İncir sadece dikildiğinde değil her zaman bol su istediği için yeryüzündeki kapladığı alandan daha fazla yeraltında yer kaplıyor kökleri. Suya erişebilmek için önüne çıkan her engeli delip geçtiği için evlerin yakınına dikilmiyor üstelik, betonu da delip geçebiliyor ve temellerdeki verdiği hasarla yıkımda etkili oluyormuş eylemi. Anlaşılacağı üzere "Ocağına incir ağacı dikmek" deyimi de boşuna deyim olmamış, bu inadı, gücü ve yıkıcılığını atalarımız çoktan deneyimlemiş, belli. E, efsanelerini de yazmadan mı geçelim bu deyimin? İlki şöyle: Cinlerin inciri çok sevdikleri, geceleri incir ağaçlarında yaşadıkları ve hatta cinlerin incir ağaçlarında düğünler kurdukları söylenir. İncir ağacının kökleri yerin dibine doğru indiğinden, cinlerin evlerine uzanıp yaşam yerlerine zarar verdiği ve o köklere tutunarak yer yüzüne çıktıkları, hele geceleri incir ağacı dibine idrarını yapana da musallat oldukları söylenir.  Yine aynı nedenle incir ağacından düşenin de -cinlerin huzurunu kaçırdığı için- mutlaka bir yeri kırılırmış. 
Sonrası bir halk hikâyesinden; Zalim bir bey sarayının bahçesini temizletirken emrindekilere bahçesindeki incir ağaçlarını da söktürüyormuş. Oradan geçen bir derviş o zalime seslenmiş: "Söktürme o ağaçları, birinin ocağına dikmek, hayatını söndürmek istersen lazım olur sana!"
Bilinir ki; incir ağacı viraneleri, harabeleri, terk edilmiş evleri, kuytuları pek sever ve oralarda boy sürer. Fukaranın malına göz diken, zalim bir adama incir ağacıyla zulmünün hatırlatılması bundandır.

Gelelim en son yanlış olduğunu anladığım bilginin doğrusunu yazmaya...
O da tarihi bir efsaneden el alıyor ve şöyle: Tispe ve Premus arasında ailelerinin onaylamadığı bir aşk var. Aşıklar gizli gizli buluşuyor kırlarda. Son gece altında buluşmaya karar verdikleri ağaca Tispe, Piremus’dan önce vardığında, avını yeni yemiş ağzından kanlar akan kocaman bir aslanla karşılaşınca korkuyla yakındaki mağaraya koşarken boynundaki eşarbını düşürmüş. Piremus geldiğinde Tispe’nin eşarbını aslanın kanlı ağzında görünce aklına gelen ilk ve tek şey aslanın Tispe’yi öldürerek yediği olmuş. Tispe’siz yaşayamayacağı için hançerini çıkarıp göğsüne saplamış ve cansız bedeni yere düşmüş. Bu arada Tispe korkusunu yenip aşkını görmek için mağaradan çıkınca yerde cansız yatan Piremus'u ve elinde düşürdüğü eşarbı görmüş. Önce ağlamaktan hiçbir şey yapamamış. Ama eşarbını ve uzaklaşan aslanı görünce olanı anlamış ki öldüğünü düşünen Piremus canına kıymış. Onsuz yaşayamayacağını bilen Tispe de düşünmeden aynı hançeri almış, kendi kalbine saplamış, vücudu Piremus’un bedeninin üstüne yığılmış. O zaman tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istemiş, bu çiftin üstünde duran ağacı bunların aşkına adamışlar. Piremus’un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe’nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına vermişler. İşte o günden beri karadut ağacı meyvesinin çıkmayan lekesini (Piremus’un kan lekesini), sadece yine o ağacın yaprakları, (Tispe’nin gözyaşları) temizlemiş… Efsaneyi okuyunca üzülmesi gereken ben, yanlışımı bulup, doğruyu da yerine koyduğum için “ Karadutum, Çatal karam, Çingenem” şiirindeki kaynak hüznü geçip bir türkü tutturuyorum: “Karadut parmak gibi oy oy…”

Kim hangisine eşlik ederse etsin… Şiirler var, şarkı, türkü olanları var içinde. Bunca yazıyı bugün gidip kullanacağımız oy öncesi, oğlum yine eve gelmiş, odasında ve odasına giriş çıkışlarını bile özlediğimi nasıl saklayacağımı bilemediğim için yazıyorum. Yani bari uykusuzluğum boşa gitmiyor diye sevineceğim... Sevincim yüzüme yansır ve oğul uyanınca anneyi yine gülümser bulur. Çocuklar üzgün anne görmemeli, gülümseyen bir yüz anımsamak her yaşta her çocuğa güç verir, öyle değil mi?
Çoktandır düzgün uyuyamıyorum ama bugün azıcık dalarım, oğul odasında çünkü, kafam daha rahat gibi. Sonra uyanırım oğul ve babasının minik tıkırtılarına. Birlikte yapıldığında keyifli olan kahvaltımız sonrası gider oy verir ve verdiğimizin kazandığını da görebilirsek umudum ve bu kez umduğum olsun dileğimle kapatıyorum yazıyı, ışığı ve yine kalbime saklıyorum bu huzurlu geceyi.
Olan biteni de akşama ya da gecesinde eklerim.

Gebze, 28.5. 2023, Ünsal Çankaya

(Dip bilgi: Sabaha doğru azıcık daldım, Uyuduk, uyandık, gün aynı gündü, kahvaltı sonrası oy kullandık, baba oğulu İstanbul'a bırakıp döndü eve ve akşamın ilk saatleriydi ki oyumuzun iktidar gücüne direndiğini ama yine kazanamadığını öğrendik. "Olsun!" diye yazdım oğluma, "Olsun! Yaşıyoruz... Hiçbir şey bitmedi ve biz gün olup inciri dalından yiyeceğiz oğul, eskisi gibi olmayacak her şey ama, bizim yaşamımız aynı sadelikle sürecek ve kim iktidar oldu, olacak diye düşünmeden, gelecekten ve günden endişe duymadan yaşayacağımız günler düşleyeceğiz eskisi gibi.") 

 Çağdaş Türk Dili Dergi, Temmuz 2023, Sayı:425


ÖZLEMİN KALDI

ÖZLEMİN KALDI

Iraksadıkça kalbin özlemin dağ oluyor,
Niye ıraksadığın çözümsüz tek sorunum.
Ağlamadan da olur, haydi dene diyorum,
Deniyorum, olmuyor, figana başlıyorum.

“Yine mi sen!” vurgulu o ıraksı duvarı,
Neden yükselttiğini inan anlamıyorum.
Deneyip yenildikçe doymuyorum acına,
Belki yenilmem deyip bir daha arıyorum,
Şimşeğinle çarpılıp, çakılıp kalıyorum.

Bitmeyen umuduma şaşıyorum yeniden,
"İyiyim" den sonranda sel olup taşıyorum.
Selim dağ aşırıyor, ben orda kalmıyorum,
Akıp gittiğim yere kalbimi taşıyorum.

Bu yüzden duymuyorum eklediğin sözleri,
Bu yüzden kızma canım, anlamıyorum sanıp.
Bil bunu,
Kalbine yaz,
Bana yaşattığını tarihe kazıyorum.

"Ne Kaldı?" sorusunu alıyorum şiirin,
Gidenler gitti kardeşim, inadını kırmaya,
Özlemin kaldı diyen şiiri yazıyorum.
Yaz bunu da kalbine,
Yaz ki unutma beni,
Unuttuğunda eski şarkımla ağlıyorum.

Gebze, 21. 3.2023, Ünsal Çankaya.
Çağdaş Türk Dili, Haziran 2023, Sayı:424

Ömrümün hem kardeş hem de üniversite yillarımda arkadaş olanı, annemin sarı kuzusu. Annemin sarı kuzusuna diye ithaf ettiğim şiirim Ankara, şiirin yüzleri albümünde fotoğrafımla yer aldı.
O uzakta. Hep uzakta. Ölümden ölüme akraba mezarlarında buluşur olduk.
Telefonla arası yok, kimseyi aramaz. Cep tekefonu bile yok hâlâ.

Arayanla uzun konuşmayı sevmez, benim her şeyi yazmamı sevmez. Onun hakkında yazmamı hiç sevmez.
E.. o sevmiyor diye vaz mi geçeyim onu özlemekten, aramaktan, yazmaktan... sevmekten... geçemiyorum.
Beni sevdiğini biliyorum. Bu da yetiyor artık.

KÖPRÜ YA DA SALINCAK

KÖPRÜ YA DA SALINCAK

Yettiği yere dek uzanan ipin
Ucu bağlanır mı dala ağaca?
Gerektiği kadar uzun olmalı,
Uzun olmak işe yarar olmalı,
Güvenle inmeye dipsiz kuyuya.

Cambazın ipiyle inilmez elbet,
Kim bilir ne ile kirlidir suyu,
Arsızın hırsızın bitmez oyunu.
Oysa abdal kendi örer ipini,
Dünyalıkla alamazsın bu huyu.

İp dediğin nice derde dermandır,
Çul olur dokunur altına belki,
Üstünden geçmeye klaptan köprü,
Çocukça uçmaya kurma salıncak,
Köprüden geçerken kopsa olur mu?

Salım salım sallanırsa dünyamız,
İçmeden serhoşluk olmaz mı adı?
Döndüğü bir yana öldürüyorsa,
Düşmeden yerlere aysın başımız,
Enkazında kalmasın enkazımız!

Gebze, 12.2.2021, Ünsal Çankaya.
Çağdaş Türk Dili, Nisan 2023, Sayı:422

(Yalnız şiir dergide, yazı ise blogda eklendi altına.)

İki yıl önce...
Herkesin ipiyle inilmez kuyulardan söz ederken, ip işe yarar olmalı demişim minicik şiirimde. 
Sanki dünyanın başımıza bir kez daha yıkılacağını öngörmüş şiir.

İnsanlarımızı göz göre göre ölüme terk edenlerin ülkesindeyiz biz, Tezer Özlü'nün "bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi" tanımı gerçekleşiyor.
İlk gün bu kadar insan ve alet ile girişilseydi göçüklere... en az yüz bin kişi olacaktı kurtulan... Ölen değil.
Şimdi ise gizliyorlar ölümleri bile ve denetimle veriyorlar rakamları yine, her konudaki istatistik yalanlarını burada da geçerli kılıyorlar.

Üzgünüm, ülkemin yüzde doksanı üzgün, ama son yılların yüzde onu olan yönetim kademesinde beslediklerimiz ne üzgün ne becerikli işlerinde...
Ölsünler, ölsünler de kurtulalım diye bakıyorlar belki diye düşünüyorum, kurtarma çalışmalarına bile bu kadar geç başlayıp, çabalayanları engelledikçe.
Afad başkanı olarak görevlendirdikleri insan ilahiyatçı...
Dünyasıyla ilgilenmiyor insanın, ahiretine ahkam kesiyor eğitimiyle.

Sonraki  düşüncem belki kısmını yazmasan da olurdu dedirtiyor önceki düşüncemde.
Bu yüzden onların ne yaptık dediğine inanıyoruz ne de yapacağız dediklerine. 
Onların ipiyle ne salıncak kuracağız artık ne köprü.
Ne kuyuya ineceğiz güvenle.
Sevgiye, iyiliğe, güzelliğe değil yolları.

Üzülürken yalnız olmadığımızı biliyorum yine de... Az değiliz. İnsan kalan biziz...
Acılarımızı çeke çeke kuracağız aydınlığa köprüyü. İpi yeterli olan, sağlam olan biziz çünkü ülkemde.

VEREVİNE

VEREVİNE

Dizelerim tuğla değil, örülünce duvar olmaz,
Bir boy ve ende değiller özleri biçime uymaz.

Pıtır çıtır adımları duyulmaz yaklaştığında,
Çarpışır dururlar çünkü salınıyorken ortada.
Film icabı olsa bile dublörü yok, suflörü yok,
Kavrulur dururlar öyle batıp kendi yağlarına.

Tığ oyası örtülerin boncuğu da sayılmazlar,
Rengarenk ip üstüne örülmezler bin şekille.

Lego oyunu değil ya sözcüklerimi eklerken,
Eşsiz yapılar oluşsun istiyorum her birinde.
Parçalarım yetmiyor ki şiirimi bitirmeye,
Hiçten yana kaçışıyor dizideki harfler bile!

Bombeler oluşuyor söz söze eklenince,
Pililere benziyor eğilip bükülünce.

Verevine iğne gibi sözcükler saplıyorum,
Kaçıyor şirazesi, tutmuyor terazisi.
Ne inşaat ustasını izlemem, ne usta bir terziyi
Dört göz olup gözlemem yetmiyor!

Elimde bir kesik kumaş, provaları eksik,
Terzi ilham randevuya gelmiyor!

Dilim şekil bilmiyor, ben biçmeyi, dikmeyi,
Bekliyorum vursun diye oku teğet geçiyor.
Bu yüzden yazdıklarım yarım ve de yamalak,
Bu yüzden diyorum ki hiçbiri şiir değil.

Kalbimin bildiğini okuyan mı bilmesin!

Gebze, 9.8.2006, 28.11.Ünsal Çankaya
Çağdaş Türk Dili Dergi, Ocak 2022, Sayı:419