İNCİR ÇEKİRDEĞİ İSTEYİNCE DOLUYOR
İncir konusunda yazılmayan ne kalmış olabilir? Her şey
yazılmış diyorum aklıma takılan bir cümle ve onun da çağrıştırdığı Ahmet
Erhan'a ait bir dize yüzünden. Sanal ağda yaptığım gezi sonrasında, aklımda
kalan cümlenin yanlış, şiir dizesinin ise doğru olduğu ortaya çıkana kadar da
üzerine yazmayı düşünmediydim. "Kurumuş kuyunun suyu, incirin sütü çoktan
çekilmiş” diyor dize ve “Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi/ Ayrık otları,
dikenler bürümüş" diye tamamlanıyor o bölümü şiirin.
İncir sütü, olgunlaşmamış incirlerin dalından koparıldığında uç kısmından akan
beyaz sıvı. Bu sıvının çeşitli yerlerde kullanımı var ama dikkatle olunmalı.
Dudaklara ve ağız içine geldiğinde yanma hissi oluşturabilir. Deneyimleyen
bilir... Eller yapış yapış olur ve soğuk suyla yıkayınca geçmez... İncir
lekesinin incir yaprağı ile ovuşturularak çıkacağını okumuştum bir yerde diye
düşünmüştüm. İşte aklımda yanlış kalan bilgi de buydu.
“İncirin sütü çoktan çekilmiş.” Sütlü bir meyve değil tabi ki incir, o akışkan
sıvı zaten sadece taze halindeyken akıyor, incirin kanı gibi. Kenger
dikenindeki, çiriş otundaki gibi… "incirin kanı" diye tanımladığımda
"Tüm kanım çekildi" diyen deyimimize de bir selâm yollamış oluyorum
böylece.
Bu yıl mayıs ayı ortasında “sistem devam etsin mi etmesin
mi” diyen ittifaklar arasında, zamanından erkene alınmış bir seçim etkinliğimiz
vardı. Oy gününden bir gün önce gelen oğulla semt pazarımızda yukarıdan aşağıya
yürüdük öylece ve birkaç tezgâhtan meyve, bir tezgâhtan her yıl olduğu gibi ona
koymaya keçi peyniri aldım. O sırada da tesadüfen yan tezgâhtaki köylü kadının
toplamak üzere olduğu boş sepetlerin birinde gördüm taze, yemyeşil ve iri
incirleri. Sabah çıkabilsem daha miniklerini seçerdim ama o da reçelini
yaparken fazla yorardı beni. İncirin o hali yenmez, ağzınıza değdiğinde duyulan
acılık hissini gidermeye birkaç gün yetmez… Ama işte o acı halinden reçel
yapılır tam bu mevsimde. Reçel yapma bir sanat, bir emekli iş ve sonucuyla
mutlu eden beceri. Benim için hem eğlence gibi hem de emekli işi. Emekli
sözcüğü birkaç anlamda okunabiliyor, vardı bunun söz sanatlarında bir karşılığı
ve onu da siz bulun diyorum okuyana, işte bu da daha yazarken gülümsetti beni.
Okuru işe ortak etmenin çoğu yazarda var zaten örneği. Ben de denemiş oldum,
bunda ne var ki! Başka meyvelerde epey iyidir reçelde ustalığım, incir reçelini
de ikinci kez yapmış oldum, güzeldi. Azımsayamam becerimi, ilkinde bile “Derece
almak ne, kesin ilk üçe girer!” tanımında başardım işi.
Aslında onların incir çiçeği olduğunu da alırken değil, tarttırırken değil, hepsini
- ki bir kilo bile gelmedi hepsi- terazinin kefesine koyarken bir incirden
elime sızan beyaz sütün eve geldiğimde hafif kararmış ve yapışkan bir şeye
dönüştüğünü görünce ve buz gibi akan suda o yapışkanlıkta hiçbir çözülme
görmeyince suyu biraz ılıtıp, sabunladım ve hazır aklıma takılmışken sütü
henüz çekilmemiş incirlerin yaptığı bulaşıklık ya da giysilerdeki lekesi nasıl
çıkar diye sanal ağdan incir ve sütü konusunu derin derin araştırırken
öğrendim... Başka öneriler benzin ile, makinede deterjanla, sıcak su, sabun
vb...
“İncir ağacı çiçek açmıyor muymuş?” dediğinizi duyuyorum
sanki... Açmıyormuş. Kesin bilgi.
"İçine baktığınızda minik spermleri andıran incir, aslında içeri doğru
açan bir çiçek türü." diyor bilim. Diğer meyve ağaçları gibi çiçek
açarak büyümeseler de içeride polenleşmeye ihtiyaç duyarlar. Çiçekleri
armut şekilli bir kozanın içinde açar ve sonra olgunlaşıp yediğimiz meyvelere
dönüşür.
Peki ama kapalı büyüyen incir nasıl kendi kendine polenlenebilir ki? İşte yanıtı;
incirler, genetik malzemesini yayacak incir arısını da kendi içlerinde yaşatır.
İncir arısı olmadan incirler türlerini devam ettiremez. İncir arısı da incir
olmadan yaşayamaz çünkü larvalarını incirin içine bırakır. Bu ilişkiye
mutualizm adı verilir. Peki o ne demek? Haydi bir yeni bilgi daha
öğrenelim bu yeni sözcükle: "Mutualizm, farklı türlerden iki canlının
karşılıklı yardımlaşarak her iki tarafa da yarar sağlamasına dayalı olan bir
ortak yaşam biçimi. Kendi başlarına da hayatlarını devam ettirme becerisine
sahip olan iki canlının bir araya gelerek daha kolay besin bulmasına dayanan
bir simbiyotik yaşam biçimidir." diyor sanal ağ. Simbiyotik nedir geçelim,
onu merak eden araştırsın. Mutualizm incirde nasıl tamamlanıyor şimdi onu görelim:
“Ekonomik açıdan değerli Sarılop ve Bursa Siyahı incir çeşitleri, meyve
vermeleri için mutlaka döllenme işlemine gerek duyarlar. Bu amaçla dişi
incirlerin en önemli meyve ürünü olan yaz ürünleri (iyilopları) döllenme
amacıyla iyiloplarla aynı zamanda olgunlaşan erkek incirlerin ilek meyvelerinin
içlerindeki arıları ile birlikte dişi ağaçları üzerine bırakılması işlemine
ilekleme, bu amaçla kullanılan erkek incir meyvelerine ilek denir. Burada
önemli olan ilek arıcığının yeteri miktarda ve hastalıksız poleni dişi incir
meyvesindeki dişi incir çiçeklerine ulaştırmasıdır. Yeni bir sözcük daha öğrendik
işte. İlekleme. İlekleme sonrasında ne oluyor peki? Dişi incir
arısı, yumurtalarını bırakmak için erkek incire girer. Erkek incir, arının
yumurtalarını yerleştireceği bir şekle sahiptir. Dişi arının kanatları ve
anteni, incirin küçük aralığından içeri girerken kopar, bu yüzden arı içeri
girince dışarı çıkamaz. Bundan sonra yaşam döngüsünü sürdürme görevi yavru
arılardadır. Erkek yavru arılar kanatsız doğarlar, çünkü yegâne görevleri
dişilerle, yani teknik olarak kız kardeşleriyle çiftleşmek ve onlar için incirin
dışına doğru bir tünel kazmaktır. Dişi yavru bu tünelden dışarı çıkarak poleni
de beraberinde götürür. Eğer incir arısı yanlışlıkla erkek incir yerine,
yediğimiz dişi incirlerin içine girerse, içeride üremesi için gerekli koşullar
bulunmaz. Ve geri de çıkamaz çünkü kanatları ve anteni kopmuştur. Bu yüzden arı
ne yazık ki içeride ölür, ama bu gereklidir çünkü çok sevdiğimiz bu meyvenin
polenleri bu şekilde dağıtılır.”
Ülkemiz kurutmalık incir çeşitleri ve ekolojisi açısından dünyanın en kaliteli
incirlerine sahiptir. Ege bölgesinin Sarılop ve Sarı Zeybek çeşidi,
Gaziantep’in Halebi çeşitleri kurutmalık çeşitlere örnektir. Sarılop en iyi
Büyük ve Küçük Menderes havzasında yetişen, birinci sınıf standart çeşidimiz
olarak bütün dünyaca bilinir ve hiçbir incir çeşidinin kurusu bununla boy
ölçüşemez.
Kurutmalık çeşitlerde aranılan özellikler meyvenin ince kabuklu, kalın etli,
kuru madde ve şekerce zengin olması, düzgün ve homojen kuruması, kuruma
süresinin kısa olması, kuruduğu zaman kabuğu kararmayıp aksine açık renk
alması, kabuk inceliğini muhafaza etmesi, meyvenin iri, yumuşak, ballı olması
ve çekirdek miktarının az olmasıdır.
Taze olarak tüketilen incirlerde aranan başlıca özellikler ise meyvelerin
düzgün şekilli olması, olgunlar toplanırken sapın dalda kalmaması, kabuğun
kolay soyulması ve ağız tarafında yapışarak yırtılmaması, etinin güzel, sarı
veya pembe-kırmızı olması, ne yakıcı tatlı ne de yavan denilecek şekilde az
tatlı olmaması, raf ömrünün uzun olması, buruk olmaması ve çekirdeğinin az
bulunmasıdır. Taze incirlere örnek olarak Bursa Siyahı, İzmir Bardacık, Göklop,
Bardakçı, Sultan Selim, Morgüz, Yeşilgüz, Kavak, Horasan, Siyah Orak, Beyaz
Orak verilebilir.
Kurutuldu, satın aldık… Yerken çıtırdıyor ya incirin çekirdeği... Acaba sadece
çekirdek mi nedeni?
Bakın bu konudaki magazin haberi şöyle: "Yediğiniz her incirde en az bir
ölü arı saklı desek inanır mıydınız? İncir arıları, hem de canı pahasına, incir
yiyebilmemizi sağlayan canlılardır. Teknik olarak inciri ısırdığınızda aslında
incir arılarını veya diğer bir deyişle zamanında incir arısı olan bir şeyi de
yiyorsunuz." Haydi haydi, ürkmeyelim hemen bir canlı yiyoruz diye de
çekinmeyelim, doğası böyle olduğu için incir çekirdeği ve arısı yan yanadır
kabuğunun içinde, o nedenle inciri taze ya da kuru olarak yemekten
vazgeçmeyelim. Çünkü abartılsa bile çoğu gerçek olduğundan yararlı bir meyvedir.
Yararlar ise şöyle: Antioksidanmış önce... Sonra herhangi bir nedenle süt
tüketemeyenler üzülmesin, kuru incir sütün yerine geçiyormuş. İncirin
içerisinde yer alan kalsiyum ve fosforla kemik ve dişlerin oluşumu ile
sağlıkları garantilenirmiş, bu yüzden günde üç adet kuru incir yenmeliymiş.
Göğsü yumuşattığı için bronşit ve öksürük sorunlarında balgam söktürerek
rahatlatırmış.
Ve incirin sütü ve yaprağı bile işe yarıyor diyor bulduğum alternatif tıbbi
öneriler; "İncir sütü siğillere karşı kullanılabilir. Yaprağından çıkan
süt ise siğillere, basura ve vücuttaki yaralara sürülebilir. Ayrıca incir sütünün
hazımsızlığı giderici etkisi bulunur. Nezle, grip ve sıtma rahatsızlıkları için
de kullanılabilir. İncir yaprağı suyu veya çayı bağırsakları çalıştırıp,
sindirim sistemini iyileştirir. Kalp hastalıkları riskini azaltır. Antibiyotik
etkisi vardır. Kan şekerini düzenler. Kolesterolü kontrol altında tutmaya
yardımcıdır. Egzama, sedef ve vitiligo gibi cilt hastalıklarına iyi gelir.
İncir sütü bal ile karıştırılıp bu karışım maske olarak uygulandığında yine
bezelerin oluşumunu engellediği gibi cildin diri olmasını, dinlenmesini
sağlamaktadır. Özellikle incir sütü kremleri, cilt lekelerini gidermede oldukça
etkilidir. İncir sütü de diş eti yaralarına sürülebilmektedir. Gene incir
ve incir sütü, böbreklerde taş oluşumundan önce meydana gelen kum oluşumunu
büyük oranda engellemektedir ve kumun düşmesini de sağlamaktadır."
Derman olmadığı dert yok gibi görünüyor değil mi?
Ben yine de alerjik bünyeli biri olarak kendi kendinize denemeyin derim.
Doktorunuz önersin ya da zaten onun verdiği ilaçlar yan etkileri giderilmiş
incir sütüdür belki, anlamak için ilacın içerik bilgisi ve kullanım reçetesi
olan o minik yazılarla dolu uygulama, yan etkiler ve acil doktora git diyen
öneriler kâğıdını iyice okuyun derim. Ama işte tam şuraya da rahmetli Barış
Manço'dan bir şarkı sözünü de ekleyelim ve derde deva halini ezgisiyle birlikte
söyleyelim:
" Zehirin şifası süt ile incir ellerim kelepçe yüreğim zincir/ Sende
biraz naz ediyorsun ama yine bana gönlün var gibi gibi/ Yüzüme karşı git
diyorsun ama sanki gözlerin kal der gibi gibi..."
Peki "İncirin sütü çekilmiş" dizesi ile aklıma gelen incir sütü ne
zaman kesilmiş oluyor acaba? Ne zamana kadar akıyor ve toplanabilir?
İlk soruya doğrudan bir yanıt bulamadım ama herkes bilir ki zaten kuru
incirlerde süt yok. Yaz ortasında almaya başladığımız taze incirlerde ise
yenilebilir hale dönüştüklerinden süt kalmamıştır ve manavlardan alırken beyaz
süt akmadığı için ya hasattan hemen önce ya da dalından koparılırken toplanıyor
olmalı ilaç olsunlar diye.
Yaşasaydı Ahmet Erhan'a (Erhan Bozkurt'a) sorabilirdik o
dizeyi kaç deneyim sonrası koyduğunu şiire. Uzunca yaşadığı Mersin'de ya da büyük
annesinin Ayvalık'taki bahçesinde bin kez denediğinden neredeyse eminim ve nereden
mi biliyorum büyükannesi Ayvalık'tan diye… Yeri gelmişken onun Zeki Ökten'in
ölüm haberini paylaştığı 20 aralık 2009 gecesi paylaşımı altına
yazdığım bir kısacık taziye dileğim üzerine yazdığını aynen koyayım buraya ki
verdiğim bilgilerin gerçekliği bilinsin: "Çok Değerli Ünsal Çankaya,
öncelikle günaydın… Dün geceden beri, beni uyutmayan bir sözünüz var:
"Işığı kararında olsun." Benim ninem Ayvalıklı bir Rum'du ve bu sözü
söylerdi, yıllar sonra siz hatırlattınız. Yalnızca ölümle ilgili değil, bütün
hayatı kapsayan olağanüstü bir söz…
Ben size çok teşekkür ediyorum, esenlik dileklerimle... "
Neyse... Biraz uzaklaştık ama biz asıl konumuzdan fazla uzağa gitmeyelim. Bugüne
dek herkes bir incir ağacı görmüştür, o geniş parçalı yaprakları ve arasında
dalından sarkan, sarkarken balın ağırlığından tombullaşan tarafı çatlayan, balı
sızan ve o bala arılar üşüşen incirleri. Hiç olmazsa fotoğrafına denk
düşmüştür. Ya da pazarda, manavda incir kasalarındaki özenli dizilişte bile
akıveren balını, o balın altındaki serili yaprağını görmüş, almışsa
unutamamıştır tadını. Ayrıca yine herkes bilir ki incir ağacının yaprağı tüm
dünyada Adem ve Havva, Adam ve Eva ikona, figür ya da resim ve karikatürlerinde
çıplaklığı vurgulayan ya da çıplaklığı saklamak için kullanılan örtüdür.
Neyse, “Leke nasıl çıkar?” sorusu için en kısacık çözüm yanıtı “Ilık su ve
beyaz sabun!” diyordu. Deneyip kendim bulduydum hani ve incir sütünün
lekesi kendi yaprağıyla çıkar diyen bir cümle çağrışmıştı ya elim yapış yapış
olduğunda, elimi yıkayıp dizenin tümünü aradığımda, işte o cümlemin ana
fikrinin yazdığım gibi değil yanlış olduğunu da bulduydum ya sonunda...
Meyve lekesini elden ya da giysiden kendi yaprağı giderir ana fikirli bu cümlem
anladığınız gibi en azından incir için yanlış kalmış aklımda, hangisiymiş onu açıklamayı
da sona saklayayım değil mi?
Ama bu arada incir konusunda dikiminden budamaya, kurutmaya nice bilgiler
edindim. Sorsanız usta bir incir yetiştiricisi, hasatçısı, satıcısı, alıcısı,
değiştirip dönüştürücüsü ve nihayet uyutucusu olacak kadar bilgiliyim şimdi.
İncir uyutur mu? Uyutulur mu? Her iki soruya yanıt evet olacak sınavda. Biri
ilaç biri tatlı hali ki onlar konumuz dışı kalsın tarifleriyle.
Evet, incirin o yeşil yumru -koza- hali aslında incir ağacının çiçeği ve
tomurcuğu sayılıyor vallahi. Tarım Bakanlığının sitesinden okudum
bilgilerin bilimselini. Bilimsel olmayanları ise sanal sitelerin çoğunda var
olan magazin sayfaları yazmış, sürüyle bilgi var, sebil gibi. Hayrat yani… Herkese
açık alandan ve gerçekten de doğru mu yoksa yanlış mı konusuna fazlaca
takılmadan aldım özlerini. Örneğin yetiştirme sırasında, hasat sonrasında
ve ülkemizdeki toplam verimin dünyadaki yeri konusunda hap bilgi denecek doğru
bilgiler derledim.
İncir ağaçları tozlaşma ile meyve verir duruma geçtiğinden daha fidan alımı
sırasında bir dişi bir erkek incir fidanı seçilmeli. Dikim için en uygun dönem
ilkbahar. Çünkü kış aylarında incir ağaçları yaprak vermez. Büyük ağaçlar var
olan yapraklarını döker. Fidanınsa hayata tutunması için bol su yanında
yapraklanabilmesi de gerekli. İçme suyunda istemeyiz ama incir kireçli toprak
seviyormuş. Ülkemiz incir yetiştirme ve ihracında ilk sıradaymış. Bu
birinciliği kaptırmamak için özenilmeli.
Nem oranı ve sıcaklığı uygun toprak arayan incir ağacının endemik özelliği var.
Dünyanın her yerinde değil Akdeniz ve Batı Asya ülkelerinde yetişebilen,
yerleşik bir meyvedir. Bu meyvenin ağacı, yetiştiği ülkelerde kutsal ve
bereketli kabul edilir. Dünya genelinde incir tarımına değinilirse bu tarımın
en çok Türkiye’de gerçekleştiği söylenebilir. Türkiye kadar çok yoğun olmasa da
Mısır, Fas ve Cezayir de incir üretiminde söz sahibidir. Aslında incir
yurdumuzun her yerinde yetişse de Ege ve Akdeniz’de olduğu gibi sanayi meyvesi
olarak değil üretimi, oralarda varlığı meyve severlerin kendi aileleri
için yemeye yetecek ağaç dikmiş olmasıyla sınırlı.
Yaz meyvesi incirin yazın ilk haftalarında erkencileri
olgunlaşır. Haziranın ilk haftasında ilk hasat yapılır. Ağustosun ilk
haftasında ballı kıvama gelen incir türleri toplanır. Çeşitlerine göre
olgunlaşma süresi de değişmektedir. Örneğin Sarılop türü incir ancak sonbaharın
ilk ayı Eylülde hasat edilirken, Bursa Siyahı, Morgüz ve Sultan Selim
türleri için Ağustos tam hasat zamanıdır. Temmuz sonuna doğru
yediveren incirleri hasat edilmek için dallarda bekler. Hemen bütün incir
türleri yaz mevsiminde olgunlaşır, sonbaharın ilk haftalarına kadar dallarında
canlı kalabilir. İnciri tam kıvamında yemek isteyenler erkenciler yerine yazın
son aylarını beklemeli.
Hasat öncesinde eksi 5-8 ila artı 40 dereceye kadar yaşayan
ve sonrasında verimi düşen incir ağacı ve meyvesinin hasat sonrası kurutulmaya
çalıştığı gölgelikte nem oranı yüzde elliyi aştığında çürüyormuş, kurusunu
alırken buna da çok dikkat kesilmelisin diyor bir diğer bilgi. Olgunlaşma
döneminde yeşil ve sert dokulu olan incir; hasat zamanı geldiğinde mor ya da
kırmızı renkli kabuklarıyla ilgileri üzerine toplar. İncir ağacının
yakınından geçildiğinde duyulan tatlı ve aromatik koku incir yemeye çağrıdır.
İncir sadece dikildiğinde değil her zaman bol su istediği
için yeryüzündeki kapladığı alandan daha fazla yeraltında yer kaplıyor kökleri.
Suya erişebilmek için önüne çıkan her engeli delip geçtiği için evlerin
yakınına dikilmiyor üstelik, betonu da delip geçebiliyor ve temellerdeki
verdiği hasarla yıkımda etkili oluyormuş eylemi. Anlaşılacağı üzere
"Ocağına incir ağacı dikmek" deyimi de boşuna deyim olmamış, bu
inadı, gücü ve yıkıcılığını atalarımız çoktan deneyimlemiş, belli. E,
efsanelerini de yazmadan mı geçelim bu deyimin? İlki şöyle: Cinlerin
inciri çok sevdikleri, geceleri incir ağaçlarında yaşadıkları ve hatta cinlerin
incir ağaçlarında düğünler kurdukları söylenir. İncir ağacının kökleri yerin
dibine doğru indiğinden, cinlerin evlerine uzanıp yaşam yerlerine zarar verdiği
ve o köklere tutunarak yer yüzüne çıktıkları, hele geceleri incir ağacı dibine
idrarını yapana da musallat oldukları söylenir. Yine aynı nedenle incir
ağacından düşenin de -cinlerin huzurunu kaçırdığı için- mutlaka bir yeri
kırılırmış.
Sonrası bir halk hikâyesinden; Zalim bir bey sarayının bahçesini temizletirken
emrindekilere bahçesindeki incir ağaçlarını da söktürüyormuş. Oradan geçen bir
derviş o zalime seslenmiş: "Söktürme o ağaçları, birinin ocağına dikmek,
hayatını söndürmek istersen lazım olur sana!"
Bilinir ki; incir ağacı viraneleri, harabeleri, terk edilmiş evleri, kuytuları
pek sever ve oralarda boy sürer. Fukaranın malına göz diken, zalim bir adama
incir ağacıyla zulmünün hatırlatılması bundandır.
Gelelim en son yanlış olduğunu anladığım bilginin doğrusunu
yazmaya...
O da tarihi bir efsaneden el alıyor ve şöyle: Tispe ve Premus arasında
ailelerinin onaylamadığı bir aşk var. Aşıklar gizli gizli buluşuyor kırlarda.
Son gece altında buluşmaya karar verdikleri ağaca Tispe, Piremus’dan önce
vardığında, avını yeni yemiş ağzından kanlar akan kocaman bir aslanla karşılaşınca
korkuyla yakındaki mağaraya koşarken boynundaki eşarbını düşürmüş. Piremus
geldiğinde Tispe’nin eşarbını aslanın kanlı ağzında görünce aklına gelen ilk ve
tek şey aslanın Tispe’yi öldürerek yediği olmuş. Tispe’siz yaşayamayacağı için
hançerini çıkarıp göğsüne saplamış ve cansız bedeni yere düşmüş. Bu arada Tispe
korkusunu yenip aşkını görmek için mağaradan çıkınca yerde cansız yatan
Piremus'u ve elinde düşürdüğü eşarbı görmüş. Önce ağlamaktan hiçbir şey yapamamış.
Ama eşarbını ve uzaklaşan aslanı görünce olanı anlamış ki öldüğünü düşünen
Piremus canına kıymış. Onsuz yaşayamayacağını bilen Tispe de düşünmeden aynı hançeri
almış, kendi kalbine saplamış, vücudu Piremus’un bedeninin üstüne
yığılmış. O zaman tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istemiş, bu
çiftin üstünde duran ağacı bunların aşkına adamışlar. Piremus’un kanını bu
ağacın meyvelerine, Tispe’nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına vermişler.
İşte o günden beri karadut ağacı meyvesinin çıkmayan lekesini (Piremus’un
kan lekesini), sadece yine o ağacın yaprakları, (Tispe’nin gözyaşları)
temizlemiş… Efsaneyi okuyunca üzülmesi gereken ben, yanlışımı bulup, doğruyu da
yerine koyduğum için “ Karadutum, Çatal karam, Çingenem” şiirindeki kaynak hüznü
geçip bir türkü tutturuyorum: “Karadut parmak gibi oy oy…”
Kim hangisine eşlik ederse etsin… Şiirler var, şarkı, türkü olanları var
içinde. Bunca yazıyı bugün gidip kullanacağımız oy öncesi, oğlum yine eve
gelmiş, odasında ve odasına giriş çıkışlarını bile özlediğimi nasıl
saklayacağımı bilemediğim için yazıyorum. Yani bari uykusuzluğum boşa gitmiyor
diye sevineceğim... Sevincim yüzüme yansır ve oğul uyanınca anneyi yine
gülümser bulur. Çocuklar üzgün anne görmemeli, gülümseyen bir yüz anımsamak her
yaşta her çocuğa güç verir, öyle değil mi?
Çoktandır düzgün uyuyamıyorum ama bugün azıcık dalarım, oğul odasında çünkü,
kafam daha rahat gibi. Sonra uyanırım oğul ve babasının minik
tıkırtılarına. Birlikte yapıldığında keyifli olan kahvaltımız sonrası gider oy
verir ve verdiğimizin kazandığını da görebilirsek umudum ve bu kez umduğum
olsun dileğimle kapatıyorum yazıyı, ışığı ve yine kalbime saklıyorum bu huzurlu
geceyi.
Olan biteni de akşama ya da gecesinde eklerim.
Gebze, 28.5. 2023, Ünsal Çankaya
(Dip bilgi: Sabaha doğru azıcık daldım, Uyuduk, uyandık, gün aynı
gündü, kahvaltı sonrası oy kullandık, baba oğulu İstanbul'a bırakıp döndü
eve ve akşamın ilk saatleriydi ki oyumuzun iktidar gücüne direndiğini ama yine kazanamadığını
öğrendik. "Olsun!" diye yazdım oğluma, "Olsun! Yaşıyoruz...
Hiçbir şey bitmedi ve biz gün olup inciri dalından yiyeceğiz oğul, eskisi gibi
olmayacak her şey ama, bizim yaşamımız aynı sadelikle sürecek ve kim iktidar
oldu, olacak diye düşünmeden, gelecekten ve günden endişe duymadan
yaşayacağımız günler düşleyeceğiz eskisi gibi.")
Çağdaş Türk Dili Dergi, Temmuz 2023, Sayı:425