Translate

KADINA ŞİDDET İNSANLIK SUÇUDUR

 KADINA ŞİDDET -İNSANLIK- SUÇUDUR!

Dünyada “insanlık suçu” sayılan suçlar için zamanaşımı uygulanmaz.
İşkence bir insanlık suçu olarak tanımlanmıştır. Soykırım da öyle. Dünyanın çoğu ülkesinde kadın insan bile sayılmazken bu tanımın güncelliğini ülkemiz Cumhuriyet’in kuruluşu, eşit yurttaşlık hakları ile ülkemiz gündeminden çıkartmıştı. Medeni Yasa’nın kabulü ile kadın aile birliğinin temeli sayılıp, hak ettiği yere kavuşmuş, oy hakkı, seçme ve seçilme haklarını da dünya üzerindeki yüzlerce ülkeden önce kazanmıştı Cumhuriyetle.  Son yıllarda beklenmedik şekilde tırmanan ve kadını ürküten bir şiddet artışı yaşanıyor dünyada ve ülkemiz özelinde.

Oysa kadına şiddet suçtur.  Yaşam hakkına saldıran her eylem suçtur aslında. Kasıt ile, ihmal ile. Söz ile, işaret ile. Davranış ile. Tüm insanlara, hayvanlara şiddet suçtur ve suç tanımında asıl olan, öz olan budur elbet. Kadına şiddet suçtur diye alt başlık açmanın nedeni en fazla mağdur olanın, maktul olanın kadın -yaşı büyük, küçük, çocuk ve bebek hali dahil- olmasıdır. Kaba kuvvet ile, cinsel saldırı ile öldürülen ya da bu şiddet türlerinin mağduru olan kadınlar yılda bir gün "ana", bir gün "sevgili", bir gün "emekçi" olmanın sahte kutlamalarına muhtaç değildir.

İnsan olan her zaman insan sayar kadını. Her alanda eşit sayar varlığına, benliğine. Yazarken de yaşarken de ayrımsız ise yüreğiniz diğerkâm olmayı bilenlerdenseniz eğer tamdır insanlığınız. Değilse bencillikle sakatlanmıştır muhteşem varlığınız. Derhal silkelenip, arınmalısınız ki insan kalabilesiniz insan yarınızın titreyen yüreğinde. Çünkü bencillik de bir şiddet türüdür.  Kadın ve erkek bencil olabilir, ayrım yok bu nedenle. Birlikte yaşanan, bulunulan ortamda diğerinin haklarına saygı duymak ve kendi sınırında kalmak yerine dışına çıkmak, herkesi ve her şeyi kırmak, dökmek, horlamak, zorlamak ve sadece kendini hak sahibi saymak zorbalığının bir türüdür bencillik dediğimiz.

Dünya emekçi kadınlar günü, anneler günü birer anma günüdür tüm dünyada haksızlığa, ayrımcılığa, şiddete maruz kalarak ölen onca kadını. Tüm bencillikleri kimden gelirse gelsin reddederek. Emeğiyle var olmaya çalışan kadınlar arasında olmanın onuruyla... Anlayan ve bilene, yüreğiyle insan olana, insanı insanlıktan çıkaracak hoyratlıklardan uzak duranlara selam ile gelelim ülkemizde son yıllarda neden ısrarla İstanbul Sözleşmesi istendiğine.

Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında mücadele temel standartlarını ve imzacı devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen bir Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesidir. Ülkemizde kabul edilmiş, ülkemiz imzalamıştı. O imza orada imzalamakta öncü olma, yaşama geçirme için kararlılığı da içererek durmalıydı.

Oysa yükselen gericilik o imzayı geri çektirmeye, altı yaşında kızların evlenmesine, babanın kızından tahrik olup, onunla halvete, kuran kurslarında, yatılı okullarda küçücük erkek çocukları tacize, tecavüzlerine, her yaştan kadını eve kapatıp, eşya saymaya ilişkin fetvalar, ‘dini’ görüşler ile kadınları, çocukları aile içinde yok saydırmaya çalışmakta.

Ülkemiz bu sözleşmeyi imzaladığında ki sadece on bir yıl önce, bu iktidar zamanında imzalandığı için şaşırmış, gurur duymuştum Atatürk'ün kadın erkek eşitliği sağlayan devrimine eklenen bir önemli adım diye. O kadar çabuk pişman oldular ki insan inanamıyor bu hızlı çark edişe. Bu imzayı geri çekmeye zorlayan, o yükselen gericiliğe kesinlikle dur demek yerine bir gece ansızın gelebilirim şarkısının romantikliğini hiç eden bir kararla o imza geri alındı o sözleşmeden.

Aslında insanları şiddetten korumak için bir sözleşmeye ihtiyaç duymayacak zihniyet devrimi yapılmıştı ülkemizde, cumhuriyet ilanı ile.  Ancak gemi azıya alan bir gericilik var, o gericiler, o sapkınlar neredeyse hilafet çığlıkları atar oldu.

İstanbul Sözleşmesi ile dünya ile bir olmaya söz vermiştik biz. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın“ der ya Şeyh Edebali, aslında demek istediği şöyledir onun; insanı devlet yaşatmalı, devleti kuralları.

Bir ülke düşünün, dünyaca bilinen bir kentinin adı verilen önemli bir sözleşme imzalandı diye gurur duydursun yurttaşına. Sonra aynı ülkede imzayı atan iktidarın başı, onaylayan meclisi, milleti yok sayıp tek imza ile çekildim desin sözleşmeden.  Yurttaş kendi adına yapılan bu yok sayışın utancını yargı kaldırır belki diye bir kör umuda kapılsın.  Yurttaş bu iki dudak arası 'imzayı geri çekme' olarak tanımlı kararın yasal olmadığı net ve hatalı kararın utancı kalksın bir yargı kararı ile ülkenin üzerinden derken... Yargı bu işe dur diyebilirdi… Türkiye Büyük Millet Meclisi onayladı bu sözleşmeyi, bir imza ile geri alamazsınız demeliydi… Demedi… Çünkü yargımız da çoktandır dizayn edilegelmişti. Tek imza ile geri çekilebiliriz o sözleşmeden dedi. İçim sızladı. O kararı verenlerin eril bakış açıları mı etkindi, siyasi baskının gücü mü o kararı etkiledi ikilem içinde kalbim. Tüm üyelerini aynı muktedirin atadığı bir yargı dairesinden 'Türk milleti adına' vurgusu ile o iki dudak arası kararın doğru olduğu açıklandı…

Hukuk olarak öğrendiğim her dalı boşuna öğrenmişim duygusu yaşadım ben. " İstanbul Sözleşmesi yaşatır" diyen bu ülkenin nüfusunun yarısı hiçe sayıldığı bir yargı kararı ile hükme bağlandı diye kederlenirken kalan yarısı ya farkında olmasın ya umursamasın... İnsan olarak bir de bu kayıtsızlığın yarattığı umutsuzluk ağırlaştırdı yaşadığım boşu boşuna çabalıyoruz duygumu.

Gerçi hep doğru kararı verdiği söylenen tarih yine verir o doğru kararı ve 'Necip Türk Milleti' kendi adına bu yapılanı da yapanı da yapanları da ve susup onaylayanları da unutmaz ve yargısını yapar, hükmünü doğru kurar umarım dedim sonra… Umutla…

Ülkemizde aile içi şiddetin önlenmesine yönelik ilk kanun 4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun’dur. Ancak kanundaki bazı yetersizlikler sebebiyle, kimi sivil toplum kuruluşlarının da çabasıyla, 6284 sayılı kanun 8 Mart 2012 tarihinde oy birliğiyle TBMM Genel Kurulunda kabul edilmiş ve 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Şimdi yıkılmak istenen de işte bu kanundur.
Niçin yıkılmak istenmektedir bir bakalım… Kanunun adı bile eril dünyayı tedirgin etmekte galiba.
Kadın vardır, şiddet uygulanamaz demekte o kanun daha adıyla.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, şiddete uğrayan veya uğrama riski bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takibe, tacize maruz kalan kişilerin korunması ve şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirleri içermektedir.

Kanun fiziksel şiddetin yanı sıra, ekonomik, psikolojik, cinsel şiddet gibi farklı şiddet türlerini de kapsamaktadır. Kanunun yasalaşma süreci özellikle Türkiye’deki kadın hareketinin mücadelesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye aleyhine verdiği kararların sonucunda hızlanmıştır.
Kanunun 2. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, kanundaki esaslar büyük ölçüde İstanbul Sözleşmesi’ne göre oluşturulmuştur. Kanun, yürürlüğe girdiği andan itibaren tartışmalara yol açmıştır; özellikle adında bulunan ‘ailenin korunması’ ibaresi, feminist çevrelerden kadını birey olarak değil aile kurumu üzerinden tanımlaması nedeniyle, cinsel tercihlerin kanunla korunma altına alınması yüzünden de kimi cinsel muhafazakar çevrelerden eleştiri almıştır.

Bu kanun ile yapılan başlıca iyileştirmeler şunlardır: 4284 sayılı kanunun evli olmayan bireyleri kapsayıp kapsamadığı halen tartışmalı bir konudur, bu yüzden yargıtay kararlarına konu olmuştur
6284 sayılı kanun, bu kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişileri şiddet uygulayan kişiler olarak tanımlar. Oysa 4320 sayılı kanunda şiddetin tanımı belli değildi. 6284 sayılı kanunda ise şiddet, “Kişiye, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar veren, fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış” olarak tanımlanmıştır. Bu yasa ile delil ve belge aranmadan gerekli önlemlerin derhal alınabilmesi mümkün olmuş, mülki amir ve hâkim tarafından koruyucu tedbirlerin verilebilmesi sağlanmıştır. Tedbir kararına aykırılık durumları için zorlama hapsi getirilmiştir. Şiddetle mücadelede kurumsal yaklaşım kapsamında şiddet önleme ve izleme merkezleri (ŞÖNİM) kurulması ve takibi hedeflenmiştir.

Peki bu “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” sloganı niye önemli?
Gerçekten bir yasa tek başına insanları yaşatmaya yeter mi?

Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında mücadele temel standartlarını ve imzacı devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen bir Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesidir. Anayasamız Uluslararası Sözleşmelerin iç hukukla çatışması durumunda Uluslararası Sözleşmeye üstünlük tanımıştır. Bu üstünlükle iç hukuktaki aleyhe yasal durum göz ardı edilip, olaya yargı aşamasında şiddet mağdurunun kimliğine, cinsiyetine, dil, din, ırk gibi belirleyici hiçbir kısıta bakılmadan uluslararası sözleşme olan İSTANBUL SÖZLEŞMESİ uygulanacak demekti. Şimdi sözleşmeden imzamız çekilmiş oldu. Yaklaşan seçimlerde bu sözleşmenin izlerini taşıyan 6284 Sayılı Kanun da hedefindedir bazı siyasilerin ve bu söylemle oy alacaklardır kimi çevrelerden. Ve yine “şiddete biz de karşıyız diyen sahte sözler de dillerindedir, ama yine “kadına şiddeti yasalar önlemiyor” diyen bakanlar da var uzanan mikrofonlara…

“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” boş bir slogan mı? Yani kadına şiddet o yasa gelince hemen durur mu?

Tek yürek, tek ses olup, dursun bu kan diye haykırmanın ötesinde İstanbul Sözleşmesi ile güçlenmiş kendi yasamız istisnasız uygulandığında, suçlar yapanın siyasetine, ekonomik gücüne , oy potansiyeline filan bakılıp görmezden gelinmediğinde, şikayetlere asla kayıtsız kalınmaz, kadın kendisine yasal tanımdaki şiddetlerden herhangi birini uygulayan erkeğe muhtaç halde yaşamak zorunda bırakılmazsa… Yani devlet gücünü insanı yaşatmaya harcarsa şiddet durur…
O devlet ki kuruluş ilkelerinden sapmaz, onları yıkmaya uğraşmaz ve “insanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen tarihsel geleneğe içten bağlı kalırsa.

Gebze, 11.4.2023, Ünsal Çankaya.
Üvercinka, Mayıs, Haziran, 2023, Sayı:103-104