KADINA ŞİDDET -İNSANLIK- SUÇUDUR!
Oysa kadına şiddet
suçtur. Yaşam hakkına saldıran her eylem
suçtur aslında. Kasıt ile, ihmal ile. Söz ile, işaret ile. Davranış ile. Tüm
insanlara, hayvanlara şiddet suçtur ve suç tanımında asıl olan, öz olan budur elbet.
Kadına şiddet suçtur diye alt başlık açmanın nedeni en fazla mağdur olanın,
maktul olanın kadın -yaşı büyük, küçük, çocuk ve bebek hali dahil- olmasıdır. Kaba
kuvvet ile, cinsel saldırı ile öldürülen ya da bu şiddet türlerinin mağduru
olan kadınlar yılda bir gün "ana", bir gün "sevgili", bir
gün "emekçi" olmanın sahte kutlamalarına muhtaç değildir.
İnsan olan her
zaman insan sayar kadını. Her alanda eşit sayar varlığına, benliğine. Yazarken
de yaşarken de ayrımsız ise yüreğiniz diğerkâm olmayı bilenlerdenseniz eğer
tamdır insanlığınız. Değilse bencillikle sakatlanmıştır muhteşem varlığınız. Derhal
silkelenip, arınmalısınız ki insan kalabilesiniz insan yarınızın titreyen
yüreğinde. Çünkü bencillik de bir şiddet türüdür. Kadın ve erkek bencil olabilir, ayrım yok bu
nedenle. Birlikte yaşanan, bulunulan ortamda diğerinin haklarına saygı duymak
ve kendi sınırında kalmak yerine dışına çıkmak, herkesi ve her şeyi kırmak,
dökmek, horlamak, zorlamak ve sadece kendini hak sahibi saymak zorbalığının bir
türüdür bencillik dediğimiz.
Dünya emekçi
kadınlar günü, anneler günü birer anma günüdür tüm dünyada haksızlığa,
ayrımcılığa, şiddete maruz kalarak ölen onca kadını. Tüm bencillikleri kimden
gelirse gelsin reddederek. Emeğiyle var olmaya çalışan kadınlar arasında olmanın
onuruyla... Anlayan ve bilene, yüreğiyle insan olana, insanı insanlıktan
çıkaracak hoyratlıklardan uzak duranlara selam ile gelelim ülkemizde son
yıllarda neden ısrarla İstanbul Sözleşmesi istendiğine.
Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve
bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul
Sözleşmesi, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında mücadele temel
standartlarını ve imzacı devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen
bir Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesidir. Ülkemizde kabul edilmiş, ülkemiz
imzalamıştı. O imza orada imzalamakta öncü olma, yaşama geçirme için
kararlılığı da içererek durmalıydı.
Oysa yükselen gericilik o imzayı geri çektirmeye, altı
yaşında kızların evlenmesine, babanın kızından tahrik olup, onunla halvete,
kuran kurslarında, yatılı okullarda küçücük erkek çocukları tacize,
tecavüzlerine, her yaştan kadını eve kapatıp, eşya saymaya ilişkin fetvalar, ‘dini’
görüşler ile kadınları, çocukları aile içinde yok saydırmaya çalışmakta.
Ülkemiz bu sözleşmeyi imzaladığında ki sadece on bir yıl önce, bu iktidar
zamanında imzalandığı için şaşırmış, gurur duymuştum Atatürk'ün kadın erkek
eşitliği sağlayan devrimine eklenen bir önemli adım diye. O kadar çabuk pişman oldular
ki insan inanamıyor bu hızlı çark edişe. Bu imzayı geri çekmeye zorlayan, o
yükselen gericiliğe kesinlikle dur demek yerine bir gece ansızın gelebilirim
şarkısının romantikliğini hiç eden bir kararla o imza geri alındı o
sözleşmeden.
Aslında insanları şiddetten korumak için bir sözleşmeye
ihtiyaç duymayacak zihniyet devrimi yapılmıştı ülkemizde, cumhuriyet ilanı ile.
Ancak gemi azıya alan bir gericilik var,
o gericiler, o sapkınlar neredeyse hilafet çığlıkları atar oldu.
İstanbul Sözleşmesi ile dünya ile bir olmaya söz vermiştik
biz. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın“ der ya Şeyh Edebali, aslında demek
istediği şöyledir onun; insanı devlet yaşatmalı, devleti kuralları.
Bir ülke düşünün, dünyaca bilinen bir kentinin adı verilen
önemli bir sözleşme imzalandı diye gurur duydursun yurttaşına. Sonra aynı
ülkede imzayı atan iktidarın başı, onaylayan meclisi, milleti yok sayıp tek
imza ile çekildim desin sözleşmeden. Yurttaş
kendi adına yapılan bu yok sayışın utancını yargı kaldırır belki diye bir kör
umuda kapılsın. Yurttaş bu iki dudak
arası 'imzayı geri çekme' olarak tanımlı kararın yasal olmadığı net ve hatalı
kararın utancı kalksın bir yargı kararı ile ülkenin üzerinden derken... Yargı
bu işe dur diyebilirdi… Türkiye Büyük Millet Meclisi onayladı bu sözleşmeyi,
bir imza ile geri alamazsınız demeliydi… Demedi… Çünkü yargımız da çoktandır
dizayn edilegelmişti. Tek imza ile geri çekilebiliriz o sözleşmeden dedi. İçim
sızladı. O kararı verenlerin eril bakış açıları mı etkindi, siyasi baskının
gücü mü o kararı etkiledi ikilem içinde kalbim. Tüm üyelerini aynı muktedirin
atadığı bir yargı dairesinden 'Türk milleti adına' vurgusu ile o iki dudak
arası kararın doğru olduğu açıklandı…
Hukuk olarak öğrendiğim her dalı boşuna öğrenmişim duygusu
yaşadım ben. " İstanbul Sözleşmesi yaşatır" diyen bu ülkenin
nüfusunun yarısı hiçe sayıldığı bir yargı kararı ile hükme bağlandı diye
kederlenirken kalan yarısı ya farkında olmasın ya umursamasın... İnsan olarak
bir de bu kayıtsızlığın yarattığı umutsuzluk ağırlaştırdı yaşadığım boşu boşuna
çabalıyoruz duygumu.
Gerçi hep doğru kararı verdiği söylenen tarih yine verir o
doğru kararı ve 'Necip Türk Milleti' kendi adına bu yapılanı da yapanı da
yapanları da ve susup onaylayanları da unutmaz ve yargısını yapar, hükmünü
doğru kurar umarım dedim sonra… Umutla…
Ülkemizde aile içi şiddetin önlenmesine yönelik ilk kanun 4320 sayılı Ailenin
Korunması Hakkındaki Kanun’dur. Ancak kanundaki bazı yetersizlikler sebebiyle,
kimi sivil toplum kuruluşlarının da çabasıyla, 6284 sayılı kanun 8 Mart 2012
tarihinde oy birliğiyle TBMM Genel Kurulunda kabul edilmiş ve 20 Mart 2012
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Şimdi yıkılmak istenen de işte bu kanundur.
Niçin yıkılmak istenmektedir bir bakalım… Kanunun adı bile eril dünyayı
tedirgin etmekte galiba.
Kadın vardır, şiddet uygulanamaz demekte o kanun daha adıyla.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun,
şiddete uğrayan veya uğrama riski bulunan kadınların, çocukların, aile
bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takibe, tacize maruz kalan kişilerin
korunması ve şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirleri içermektedir.
Kanun fiziksel şiddetin yanı sıra, ekonomik, psikolojik, cinsel şiddet gibi
farklı şiddet türlerini de kapsamaktadır. Kanunun yasalaşma süreci özellikle
Türkiye’deki kadın hareketinin mücadelesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
Türkiye aleyhine verdiği kararların sonucunda hızlanmıştır.
Kanunun 2. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, kanundaki esaslar büyük ölçüde
İstanbul Sözleşmesi’ne göre oluşturulmuştur. Kanun, yürürlüğe girdiği andan
itibaren tartışmalara yol açmıştır; özellikle adında bulunan ‘ailenin
korunması’ ibaresi, feminist çevrelerden kadını birey olarak değil aile kurumu
üzerinden tanımlaması nedeniyle, cinsel tercihlerin kanunla korunma altına
alınması yüzünden de kimi cinsel muhafazakar çevrelerden eleştiri almıştır.
Bu kanun ile yapılan başlıca iyileştirmeler şunlardır: 4284 sayılı kanunun evli
olmayan bireyleri kapsayıp kapsamadığı halen tartışmalı bir konudur, bu yüzden
yargıtay kararlarına konu olmuştur
6284 sayılı kanun, bu kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışları
uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişileri şiddet uygulayan kişiler
olarak tanımlar. Oysa 4320 sayılı kanunda şiddetin tanımı belli değildi. 6284
sayılı kanunda ise şiddet, “Kişiye, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik
açıdan zarar veren, fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü
tutum ve davranış” olarak tanımlanmıştır. Bu yasa ile delil ve belge aranmadan
gerekli önlemlerin derhal alınabilmesi mümkün olmuş, mülki amir ve hâkim
tarafından koruyucu tedbirlerin verilebilmesi sağlanmıştır. Tedbir kararına
aykırılık durumları için zorlama hapsi getirilmiştir. Şiddetle mücadelede
kurumsal yaklaşım kapsamında şiddet önleme ve izleme merkezleri (ŞÖNİM)
kurulması ve takibi hedeflenmiştir.
Peki bu “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” sloganı niye önemli?
Gerçekten bir yasa tek başına insanları yaşatmaya yeter mi?
Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye
ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, kadına
karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında mücadele temel standartlarını ve
imzacı devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen bir Uluslararası
İnsan Hakları Sözleşmesidir. Anayasamız Uluslararası Sözleşmelerin iç hukukla
çatışması durumunda Uluslararası Sözleşmeye üstünlük tanımıştır. Bu üstünlükle
iç hukuktaki aleyhe yasal durum göz ardı edilip, olaya yargı aşamasında şiddet
mağdurunun kimliğine, cinsiyetine, dil, din, ırk gibi belirleyici hiçbir kısıta
bakılmadan uluslararası sözleşme olan İSTANBUL SÖZLEŞMESİ uygulanacak demekti.
Şimdi sözleşmeden imzamız çekilmiş oldu. Yaklaşan seçimlerde bu sözleşmenin
izlerini taşıyan 6284 Sayılı Kanun da hedefindedir bazı siyasilerin ve bu
söylemle oy alacaklardır kimi çevrelerden. Ve yine “şiddete biz de karşıyız
diyen sahte sözler de dillerindedir, ama yine “kadına şiddeti yasalar
önlemiyor” diyen bakanlar da var uzanan mikrofonlara…
“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” boş bir slogan mı? Yani kadına şiddet o yasa
gelince hemen durur mu?
Tek yürek, tek ses olup, dursun bu kan diye haykırmanın ötesinde İstanbul
Sözleşmesi ile güçlenmiş kendi yasamız istisnasız uygulandığında, suçlar
yapanın siyasetine, ekonomik gücüne , oy potansiyeline filan bakılıp görmezden
gelinmediğinde, şikayetlere asla kayıtsız kalınmaz, kadın kendisine yasal
tanımdaki şiddetlerden herhangi birini uygulayan erkeğe muhtaç halde yaşamak
zorunda bırakılmazsa… Yani devlet gücünü insanı yaşatmaya harcarsa şiddet durur…
O devlet ki kuruluş ilkelerinden sapmaz, onları yıkmaya uğraşmaz ve “insanı
yaşat ki devlet yaşasın” diyen tarihsel geleneğe içten bağlı kalırsa.
Gebze, 11.4.2023, Ünsal Çankaya.
Üvercinka, Mayıs, Haziran, 2023, Sayı:103-104