Translate

HAVA ÇOK SICAK ve ZEYTİN' LE LİMON'UN SON MACERASI BENDE.

HAVA ÇOK SICAK ve
ZEYTİN' LE LİMON'UN SON MACERASI BENDE. 

Bu anı parçası önceki yıl 13 Ağustos tarihinde yazılmış;
Bugün gözden geçirilmiş ve
"Sevgili Ahmet Erhan seni de hiç unutmadım!" demek için paylaşılmıştır.

Hiç unutmadım.

Üstelik Ağustos bu yıl geçen yıldan sıcak!
Ama dayanılacak!
Sözüm var kendime.
Ahdim var.

*******

Sıcak.
Ağustos kahrediyor yine.
Yarılandı neredeyse. 
Öyleyse dayanmalı az daha, kaynanam haklıdır belki de.
"Ağustos'un yarısı yazdır!" diyen kaynanamı anımsıyor kocam sık sık.
" Eskiler hep öyle dermiş!" diyor.

Sivas için elbet doğrudur o söz, gerçek karasal iklim.
Hem geceleri Temmuz'da bile donardık biz Afyonkarahisar'da.
Ağustos yarılanınca henüz soba yakmasak da yün yorgana geçilirdi mutlaka.

Ben de "Yarısı değil tümü yaz olsa!" diyorum bir yandan.
Çünkü henüz deniz yüzü görmeye gidebilme umudum var.
Bir yandan da "Birden soğusa ortalık!" diyorum. "Ölse şu sinekler filan!".

Üstelik şimdi nemli-yapışkan sıcağı yaşadığım yer Marmara.
Esinti yok, nem yoğun, terliyorum ve kurumuyor, yanıyor boğazım.
O yoğun nem havadaki tozlarla doluyor burnuma...
Alerjilerim artıyor. Tıkanıyor nefesim. Uyku tutmuyor sabaha kadar. 
O ciğersiz yakıcı minik sineklere hiçbir ilaç işlemiyor kanımca.
Ya da bağışıklık kazandılar hepsi.
Gelip yüzüme - gözüme çarpıyorlar sersem sepet.
Yakalanmıyorlar.
Burnuma, nefes alabilmek için açtığım ağzıma girecekler diye de korkuyorum boyuna.
Emeklilik dilekçemi yolladım.
Sosyal Güvenlik Kurumundan "Tamam, emeklisin! " diyen yazıyı bekliyorum.
Henüz bir ay olmadı, evdeyim.

İlk hafta neredeyse uyanmadan deliler gibi uyudum.
Uyandıkça "Uyu!" dedim kendime, dişlerimi sıkmamak için.
Emeklilik düşüncesini hazmedebilmek için.

Çünkü bir siyasi sürgün gibi sürdüler beni atanma istemeden ve ben emekliliğe zorlandım.
Ya da yalanla hükmedenlere boyun eğmemek için plânlayamadığım bir emekliliği seçtim.
"Bugüne dek eğilmedi o baş!" dedim... Yasal olarak on yıldır hak ettiğim o yola geçtim.
Elimde “hukuk içinde” başka bir “yasal yol” olmayışından duyduğum kahırla elbet.

Sonra bir gün "Kalk!" dedim... "Yeter bu kahır!” 
“İşte ölüm var, onlar da ölecek ve sen bunu görebilmek için yaşamalısın..."

Çıktım, saçlarımı iyice kestirip geldim!

*******

Sahi o günün bir önceki gecesinde gençlik arkadaşım bir şair terk etti bu dünyayı...
Dört Ağustos iki bin on üçte " Gittin!" diye hemen bir ağıt-şiir yazdım.
Yasımı yazdığım bu not içine astım. 
Ağladım.

Yaşıtımdı Ahmet Erhan.
Ankara Çubuk Barajı'nda okullar arası piknikte aynı masadaydık biz.
Sınıf arkadaşı annemden kuzen kızı Yıldız'la aynı bölümdeydi Gazi'de.
Erkek kardeşim Almanca bölümündeydi aynı yıl. 
Bir dönemi yine de beraber okumuşlardı ortak derslerde.

"Ölünecek yaştasın işte!" dedim kendime onun da ölümü üzerine...
"Annen de bu yaşta ölmedi mi hem?"

"Ama sen kalk, sen ölme, sen sana bu acıyı yaşatanlar acı çekene kadar diren!" dedim...
"Çünkü hukuksuzluk nereye kadar dayanabilir bir ülkede?
Bitecek bir gün!" dedim.
"Sen de bunu görebilmeyi hak ettin!"

*******

Arada bayram geçti - bir yere gitmedik.
(Gitmeyişimiz de ayrı bir hikâye. Onu başka bir zamana yazayım.)
Davulcu dışında kapıya gelen - giden yok.
Yaz tatili; hiç tanımadığım çocuklar gelmedi şeker toplamaya.
Tanıdıklardan gelebilecek olanlar, yakın-uzak herkes izinde, tatil yörelerinde.

Uyuyorum sabah saati geldiğinde.

Muzaffer kendisi yapıp çıkıyor kahvaltısını. 
Hiç dokunmuyor bu ara bana. Yaşadıklarıma kıyamıyor da.
Uyanınca da ben atıştırıp, sanal tarlama domates, ya da başka şeyler ekiyorum.
Eğlencelik olsun diye bu oyun. 
Mevsimsiz ve gerçeği olmayan ürünler topluyorum ayrıca...
Kartopu ekiyor, kardan adam, kardan kadınlar hasat ediyorum örneğin yaz sıcağında.

*******

Neyse...
Asıl yazacağım 13 Ağustos öğle arasında yeniden uykuya dalışımdaki gördüğüm rüya.

Sımsıkı yumdum gözlerimi uyanınca aniden.
Hani çok güzel bir rüya görür, uyanınca uyuyup kalanını görmek ister ya insan...
Ben o ana dek gördüğüm rüyadaki bir davetiyeyi tamamıyla okumayı istedim.

Olmadı tabi...

Sımsıkı kapatmasaydım gözlerimi belki çocukken uyanıp, yeniden daldığımda hep uçtuğum şehrin üzerinde uçmaya devam ettiğim rüya gibi görebilirdim rüyamın devamını...

Rüyamdaki davetiye nasıl bir şey mi?
Şöyle:

Bir davetiye...
Kareye yakın biçimi, rengiyse yeşil ağırlıklı.
Çocukluğumuzdaki süsleme fenerleri gibi üzerinden asılınca katı açılanlardan.
Ancak yere doğru sarkıyor o zaman ve içini okuyabiliyor insan...

Süslere, yeşillere, dallara ve oyuntu şekillere anlam vermeye çalıştığımı fark ettim önce...
Sonra o şekiller anlam kazandı karikatür dünyasından.
Limon, Zeytin ve Limon'un anne ve babasından oluşan çizgi karakterler olduğunu fark ettim.
Oğlum uzatmıştı elime.
Uzandığım kanepeden hafifçe doğrulup ucundan tuttuğumu anımsıyorum.

Tek katlı bir evdeyiz; çok sade, iki üç kanepe var döşeme olarak.
Az ilerdeki masada babası kim olduklarını ayıramadığım bir kaç kişi ile sessizce oturuyor.
Arkaları bize dönük onların, ne konuştukları duyulmuyor, ne yaptıkları da görülmüyor.

Oğlumun küçükken nasıl da sevdiğini anımsadım Limon ve Zeytin’in macera kitaplarını...

Gülümsedim...

Oğlum eğilmişti bana doğru, gülümsüyordu; 
"Sürpriz yapacağım, beğenecek misin?" diyordu...
"Bakalım!" dedim...

İçine baktım ve açılan fenerin tabanında oğlumun adını gördüm...
Önce oğlumun adını gördüm...
Sonra nikâh sözcüğünü...

Başımı kaldırdım, oğlumun gülümseyen yüzüne baktım...

O an kalbimde bir kaç duygu birden çarpıştı...
Heyecan, kaygı, sevgi, sevinç...
O çatışmaya dayanacaktım ve devam edecektim içine bakmaya.
Kim olduğunu görecektim onu böyle gülümseten ismin.

Olmadı!

Çünkü hava çok sıcaktı.
Öğle sonrasına sıcak daha artmıştı.
Apartmanda kalan birkaç çocuk koridora sığınmış, koşmaca oynuyordu bağırarak...
Seslerine uyandım...

*******

Uyandım iyice. Uyanırken de;
"Hayırlar olsun!" dediğimi fark ettim yüksek sesle... "Hayırlar olsun!" 
"Neyse ki gündüz zaten! ". "Gündüz diye anlatayım demeye gerek kalmadı rüyayı böylece!" 
"Mutlu olsun oğlum!" dedim... "Mutlu!" Rüyamda bile aynı dileği seslendirdiğimi anladım o an.

Nasılsa gerçek hayatta da aynı duyguları yaşayacağım.
Sonra tek dileğim onun hep mutlu olması olacak...

Tabi aklımda kalan, yeniden uyumak isteğimin ve rüyanın devamını görmek isteğimin nedeni bir gerçek kız arkadaş var mı henüz bunu öğrenemeyiş...
Sordukça gülümsüyor sadece.
Ya yok henüz ya da varsa bile gerçekten kararlı oluncaya dek öğrenemeyeceğim galiba...
Kıyamam ki oğlumu sıkıştırmaya, soramam başkalarından saygısızlık olmasın diye.
Her şeyi gönlünce yaşasın ve dileyince paylaşsın bizimle, içinden geldiğinde...

Şimdi diyorum ki kalbimdeki o kaygılı huzurla;
" Bahtı güzel olası oğlum! Unutmayacağım işte!”
“13 ağustos 2013 saat 14.30’ da bir uykudan uyandım ben.”
“Ama o öğle uykusunda sana böyle güzel bir rüya gördüm!”
Aynı gece de yazıyorum ayrıntısıyla, unutmayalım diye..."

"Ve o davetiyeyi o kadar canlı anımsıyorum ki.”
“Limon'un annesi yürüyüp geçecekti sanki bir duvarından diğer duvarına...”
“İleride bundan bir davetiye çizelim sana... “
“İçine, adının yanına yazalım adını, seni gerçekten mutlu edecek güzeli bulduğun anda.”
“Belki şu an gerçekten de kim olduğu belli değil diye okuyamamışımdır, o nedenle yarım kaldı bu rüya!".

Gebze, 13-14 Ağustos 2013, Ünsal Çankaya.

EKİN SANAT Düşün Ve Edebiyat Dergisi, KASIM 2016, Sayı:130