Translate

GERÇEKTEN GEÇEN ANLAR İNSAN OLANI YARALAR

GERÇEKTEN GEÇEN ANLAR İNSAN OLANI YARALAR

Yıllar geçiyor... 
Geçmiyor o görüntülerin belleğimize kazıdığı sözcüğün dehşeti.

SOYKIRIM!

Sonra acımızı, duruşumuzu sorguluyor tuhaf bir şekilde ölümü bile kendine yakınlığıyla teraziye koyanlar. Kıyımın acısının insan yüreğinde milliyet, din, mezhep yönünden yaptığı tahribat aynı olmazmış gibi soruyorlar hemen Maraş, Çorum, Sivas kıyımları için bir anma yazısı yazdığımızda; “Hocalı Katliamına, Başbağlar’a, Roboski’ye ne diyorsun sen bu arada?

İnsan olan acıyı olduğu gibi, ayrımsız yaşar. Acının misillemesini yapan kantar uğramaz insan olana.
Kimi ölümlere karşı farklı çarpıyorsa kalbi, yeğliyorsa diğer ölümü acıdan yana, o insan kendinden, fikrinden, dininden olmayan diğer ölümlere sevinebilir de…
“Ne ayıp! “ derim bu ayrımı duyunca. Tek yargım bu olur hakkında. Ayıplamak. Kınamak bile değil.
Çünkü o kişinin benim gözümde eksiği vardır insan oluştan yana, tamamlanması, olması eksiktir insanlığında. Çünkü insanlığa acı çektirenler bile yargılanmalı ve her saniyesinde pişmanlığını yaşayacak şekilde hapsedilmelidir diye düşünürüm hep, öldürmek yakışmaz insana, öyleyse biz insanlığa inananlar bunu anlatmalıyız şiddetin çözüm olduğuna inanan bu eksik insanlara.

Hem bilmiyorlar ki yıllara rağmen o katliamlarla ilgili en küçük anımsanan görüntü canlılığını yitirmediği için üzerine hiç bir şey yazamıyor insan.
Baktıkça aynı yangın, aynı acı, aynı irkilme; kiminde dili lâl ediyor, kiminde ağıt olup düşüyor ak kâğıda.

İnsan ölümü ancak gözüyle görünce kabulleniyor. Sivas, Çorum, Maraş benim için ölenlerin varlığını içten duyuran, ama görüntülerle çarpılıp, kabullendiğim kıyımlar değildi. Ölenlerin hepsine siyaseten bir hınçla saldırıldığını biliyordum ve kabullenemediğim buydu. Çünkü fikirler yarışmalıydı, onlar uğruna kıyımlar yapanlarınki ise fikirle karşı çıkamadığını şiddetle yok etmekti.

Hocalı öyle değildi. Birden önümüze gerçek görüntüler geldi. Yurt dışında, yıllardır kendilerine soykırım yapıldığı iddiasındaki bir halkın, devlet politikası gereği, kendi ırkından olmayan, kökleri ile köklerimiz aynı dilden gelen insanlara, dünyanın gözü önünde hem, acımasız, ayrımsız, sivil halkı toplu kıyımı ve onun kanıtları sergileniyordu kazılan çukurlarda.

Neredeyse ülkemizin Karadeniz sınırındaydı bu görüntüler. Ama üretilmiş, sanal değildi, senaryo değildi, o görüntüler yaşandı - gerçekti – ve çoluk çocuk dizili mezarlar ilk kez gözümüzün önüne koyuldu görüntülü ve yazılı basınla.

Yıllar geçiyor... 
Geçmiyor o görüntülerin belleğimize kazıdığı sözcüğün dehşeti.

SOYKIRIM!

Bir insanlık suçu o sözcüğün tanımladığı kavram. Yazarak öykülenemez, o görüntülerden şiir olmaz diyor yüreğim bana. Asla! Şiir o cinayetlerin fotoğraf makinesi değil... Tek bir sözcüğüne sığdıramaz o zalimliği. Roman olmaz... Film olmaz... Gerçek o cinayetler, zalimlikler gerçek diyor her anımsadığımda. Yaşandı! İşte tek sözcük bu tanımlayan, gerçekten yaşandı. Gerçekti. Nokta.

Gerçek hep bu kadar ürpertici, iç yakıcı olmuştu üzüldüğüm o kıyımlarda.

Yıllar geçiyor... Caniler tükenmiyor.
İnsanın insanı yakanından deri yüzenine, caniler çağlar boyunca ülke değiştiriyor, milliyet değiştiriyor ama özdeki canilikleri hiç değişmiyor... Çin'den Maçin'e... Amerika'da Güney'den Kuzey'e... Kuzey’den Güney’e. Avrupa'da Şövalyelerin kastlarından, mezheplerin sır dolu kaselerine...
Hristiyanlık adına, Müslümanlık adına, Budizm için, Hinduizm için, Totemler uğruna... Afrika'da Nil'den taşan kana...
Anadolu'mda Nesimi'den Pir Sultan'a… Deri yüzerek... Karın deşerek... Çocuk boğazlayarak... Şah İsmail'den Yavuz Sultan Selim'e... Din uğruna... Mezhep uğruna... Irk uğruna... Kirli rantlar uğruna.
En bağnazıyla doğmaların kıskacında kanlı dişleri-kanlı elleri, kanlı gözleriyle parçalıyorlar insanları... Binlerce yıldır! Yazık oluyor değişmeyen o canilerin elleriyle kıyılan masumiyetlere, yazık oluyor!

Yıllar geçiyor...

Ben tek bir kareye daha bakamıyorum yeniden. Ama her yıl o görüntüleri bile unutturacak zalimlikler yaşanıyor dünyada, ülkemizde, en yakın ülkelerde... 
Savaş! Öyle zalim yanı varmış ki insanların dedirtiyor tarih kitabından okumayıp da izledikçe, çocuk cesetleri vurdukça sahillere. Ölene, parçalanana dokunma mesafesinde tanık olmaktan şimdilik uzağız belki, ama onların her gün çok sayıda öldüğü sızıyor haberlerden gözlerimize, kanayan bilincimize...
Ölene değil sadece, tecavüz edilene değil, yaşayana da bakamıyoruz çaresizliğimizden.
Baksak ne yapacağımızı bilmiyoruz da zaten. İnsan kalmak zorlaşıyor bu çağda.

Göçüyor insanlar en doğal hakları yaşamak olduğundan, ama onu bile kınıyoruz farkına vararak ya da varmadan. Kalıp ölsünler ülkeleri için demek ne kolay! Kimin savaşı bu demeden ölsünler istiyoruz galiba! Ölsünler de göçmesinler ülkemize, bozulmasın sınırlarımız, güvende yaşayalım, o aşılmaz kaygılarıyla hiçbiri uğramasın korunağımıza. Yaralanmasın ruhumuz, bu en masum savunmamız aslında.

Yüzümüz kızarıyor bazen bunları düşünmediğimiz halde “Gidip ülkelerinde dilensinler, ölsünler!” diyenler ile aynı kefede-yurttaşlık bağıyla bağlı- yer alışımıza. Bencillikleri bakıyor çünkü boyuna aynamızda, onlara bakışımıza. İndiriyoruz gözlerimizi. Dayanmak zor çünkü kendi yaptığımız sorguya. Dayanmak zor avucunu uzatan göçmenin çaresizliğine, hepsine yetemeyeceğimiz bildiren kendi umutsuzluğumuza.
Her gün bu nedenle utanç içinde oluyoruz, insanlığımızı kendimiz sınıyoruz, kendimize her bakışımızda savunmamız paramparça dökülüyor avucumuza. Çünkü hiçbir şeyi çözemeyecek kadar güçsüzlüğümüz geliyor birey olarak karşımıza.

Bir olmanın yolunu da siyasiler kapatıyor kendi çıkarları uğruna.

Elimizde kalan sesimiz, sözümüz biraz da.
Haykırıyoruz sesimize sesini ekleyen güzel insanlarla.
Bitsin bu kan içicilik, dursun akan kan, barış olsun dünyada.

27 Şubat 2013 - 2016. Gebze. Ünsal Çankaya.

EKİN SANAT
Aylık Edebiyat ve Düşün Dergisi.
2016 Şubat. Sayı 121.