Translate

CAMLI YAYIN

CAMLI YAYIN

-Hay Allah yahu..!

Evin bitişiğindeki havuz başında, mehter takımından bir elemanın düğünü var...

Yangın yeri gibi sıcak bugün... Kırklı dereceler az geliyor ölçmeye...
Oysa genelde esintili bu yerde klima gerekmez... Karşılıklı iki pencere açıksa yeterdi nefes almaya...

Bir söz çok kesin; davulun sesi uzaktan hoş geliyor gerçekten... Ama bu çok yakın!

Mecburen kapattık pencereleri... İnsanların mutlu günü deyip-sesi kısın tatsızlığına girmeyip-, katlanma gücüm artsın diye dualardayım böyle olaylarda... Bazen misket filan cazip gelebiliyor eğer ses çok da abartılmadıysa... Ama bugün bambaşka bir tarz var ve inanılmaz sıcak... O sıcakta mehter takımı giysileri içinde tüm konuklar…
Mehter marşları çalıyor hey bre aman! Hey bre aman!
Tabi ev şimdi sauna... Saunada davul sesi daha da can yakıyor...

Hay Allah yahu!
Evin bitişiğindeki havuz başında, mehter takımından bir elemanla bir kadın evleniyor...

Tanrım! Bir kadına bu yapılır mı?
Şu ahir ömründe hep anımsayacağı bir güzellik sunulamaz mıydı bu kadıncağıza...

(Hayda bre! Allah Allah deyip geçti Genç Osman, heeey, hey!)

Bir ayrıntı yakaladım bu arada o ses geçirmezliği iddia olunan çift camların ardından... Kulaklarım inanamadı kendine, onlar inanmayınca sağlama yapmak lazım... Gözlerimde uzağı gören camlarıyla gözlüklerim , pencereye yaklaştım...

Karadenizli bizim eleman... Mehter takımı kendince horon havası çalıyor ve mehter takımının o ağır adamları o ağır kıyafetlerle, serpuşlar, tüyler, hotozlar altındaki başları ve kuşaklara sığmayan göbekleriyle, şalvarları, ayaklarındaki keçeden çarıklarıyla sallanarak bir tuhaf horonda devrilip – devşirilmekte!

Hay Allah yahu!
Evin bitişiğindeki havuz başında, mehter takımından bir Karadenizli adam evleniyor.
Karadenizli adam bu geceyi mehter marşları ve mehter adımlarından çevrilmiş horonda “ha uşak ha!” diye diye sallanan kılıçları ile oynanan oyunlara aldırmadan anımsayacak, üstelik kendisi de bir Karadenizli kadın bulmuş evleniyor...

Evet, kadın da Karadenizli, bunu da kadın konuklardan anladım...
Ayrıca o Karadenizli kadın da eğer yanılmadıysam bir horon takımından!
Kadının sağdıçları da üzerlerindeki o Karadeniz horon kıyafetleriyle döneniyorlar çevrede ve görülüyor ki genç kadın konukların çoğunluğu evlenen kadının horon takımından arkadaşları!

Bir tek kadın bembeyaz bir gelinlik içinde. Birkaç da küçük kız. Gelin olmaya o yaşta hazırlanan zihinleriyle.

Tam pencereden sesin bana daha az ulaşacağı salona doğru uzaklaşırken kolbastıya döndü hava, görülmeye değer dehşetli bir görüntü çıktı ortaya; mehterler ile horonları ortalarda sıçratan... ( Biliyorum , mehterler ve horonlar denmez, başka ne denebilecek izlediğime tam yaraşan sözcükleri bulamadım.)
Hem anlayın işte, o kadar tuhaf tanık olduğum durum ve ama insanlar inanılmaz mutlu, inanılmaz coşkulu...

Mehterler hızlandı biraz, horonlar yavaşladı, ortada buluşunca hız, müzik de yavaşladı ve hızlandı.

Tamamen ayrılırken görüntülerden ; mutlu olsunlar diyeceğim elbette.
Ama zaten o kadar mutlular ki, bu fazlasıyla belli oluyor hallerinden, öylece sürsün bari, mutlu kalsın ‘Mehter Mehmet’ ile ‘Horon Fadime.’ (Evet, anladınız işte, isimleri ben uydurdum evlenen çifte!)

Belki yanlış anladım, belki öyle olmasını istedim, belki öyle olduğunu varsaydım izlediğim sürede, oradaki tek beyaz, kedere bulanan beyaz; üzerindeki gelinlikti kadıncağızın...
(Gelinin yüreği aslında nasıldı bilemem tabi. Ben yakıştırdığımı yazıyorum şu anda.)

Çünkü gelinlik içindeki kadıncağız mehtere de uysa, horona da dursa adımlarını ve arada kalmışlığını ikisine de uyduramıyordu. Bembeyazlığı onca renkli giysi içinde bir saflık görüntüsü olmalı iken gecenin karanlığı, ay ışıksızlığı ve havuz başı ışıklarının ölgün sarılığı ortasında bir o yana, bir bu yana salınan bir tuhaf beyaz leke gibi görünüyordu. O yaşına dek o beyazlık onun için hem özlediği mutluluk, hem sonsuz bir kaygıydı çünkü.

Beyaz atlı prensiyle mutluluk… Ya da aynı prensin bir anda yaşamını zehir edecek bir kaba güç benciline dönüşeceği, aç, açık kalacağı ama kan kussa bile kızılcık şerbeti içtim demek zorunda kalacağı kaygısı.
Tüm bunlara eklenense o ölgün sarı ışıkların basılan yerleri iyice daralttığı karanlıkta, üzerindeki o gün ilk ve son kez giyeceği konusunda uyarılarla büyüdüğü evinden uzaktaki bir havuz başında eteğine basma kaygısı.

(Gece yarısı olmadan dağıldılar, gelin havuza düşmedi, başka kimse de düşmedi, ne çığlıklar arttı çünkü, ne ambulans geldi ne polis.)

Gebze, 31.7.2010. Ünsal Çankaya
EKİN SANAT 
Aylık Edebiyat ve Düşün Dergisi
Sayı:137,138,139. Haziran, Temmuz, Ağustos 2017.