Translate

Şiiri Özlüyorum Dergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şiiri Özlüyorum Dergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

YARIM YAŞAMALAR ÜZERİNE

YARIM YAŞAMALAR ÜZERİNE

Umarsız zamanlara bağlıyken yollarımız,
Çıkmazında karanlığın beklediğimiz bir damla ışık.
Aydınlatsın yolumuzu, tükenmesin, arta arta kadiminden bol olsun,
Çünkü yaşamaktan ibaret dileğimiz, değmesin aşımızı yalan ve dolan.

İmarına uysun geleceğimiz, geleceğimize set olmasın geçmiş zamanlar,
Bağımızda bağ olsun, dilimizde çağ, vurulmasın ağzımıza gem, sırtımıza kolan,
Yük çekmeye koşumlanan hayvanların çaresizliğine yakalanmadan.

Tadilatı yarım kalan ev gibiyiz hepimiz, yaptıkça sökülen, çaktıkça dökülen,
Tozlarına bulanıyor ömrümüz, odalarda kıyılıp atılmayan nice eski biriken.
Ayıklayıp atmalıyız hepsini, anısıyla ağır yükler olmadan, yeğnileşip, tetikleşip,
Rüzgâr olup esmeliyiz, gönle sızı, kalbe acı dolmadan.

Üstümüze serptikleri karmakarışık toprak iyilikten mayasız ve marazlı,
Silkinelim öyleyse, çıkmak vakti değil midir düştüğümüz kuyudan.
Güneş olup çıkmak vakti, ay olup dolun olmak, soyunuyorken gerçeğe,
Savurmak vaktidir yıldızımızı, kaydığında dilekleri çoğaltan.

Yaşamak inatla sade, elbet içten, fazlasıyla sevinçli olmalı ki,
Her gününde örmeliyiz geleceği, düşlerimiz solmadan.
Yaşamak avcıya tuzak, hüzne yağmur, endişeye sağanak ve kahır mı,
'Ümitli şey' olmalı, vakur olmalı yaşamak şiirlere sığmayan.

Olmalı ki, yaşananlar insanı insandan utandırmasın,
Yormasın, incitmesin, menekşe açar gibi usulcacık yaşansın,
Mevsimler uçsa bile ömürler tüme varsın ölüm gelip almadan.

Gebze, 28.10.2006-2023- Ünsal Çankaya.
Şiiri Özlüyorum, Mart -Nisan 2024, Sayı:118

DAYANAKSIZ

Sevdiğin bir masal içinde değilsen kendi masalını yaratmayı unutma canım oğul.Hem kendi mutluluğun hem senden masal umacak çocuklarını hayal ve gerçekleştirmek ve geleceği yaratmak ve yaşatmak için. "Dayanaksız şiirim içine... " dedim facebuk albümüne yüklediğimde.
Sonra:
"Bu fotoğrafı gördüğümde sızladı içim.
Şiirini yazdım ben o geyiklerin, rengarenk ilmeklerin.
Kendi masalımı anlatmıştım canım oğula...
Sorduğumda anne geyiği de gösteriyordu, Alicanı seveni de, kaybolan bir yavruyu da o yarım cümlelerle. ("Kabolduuu!" deyişin iyi ki kayıtlara alınmış oğul.)
(O halı masaldan anlamayan birinin elindeymiş meğer... Ziyan olup gitmiştir çoktan...
Masal dinlemek ney ki sadece onu dünya kadar sevecek ağabeyimin çocuğu olmak isteyecek bir çocuk olmalıydı o evde. Olamadı.)
Oğul bir buçuk yaşında... Cincan sağ... Canımın içi ağabeyim sağ...
(Cincan oğulun Yaşar dayısının sevgili köpeğiydi.) 10 mart 2023)















DAYANAKSIZ

Suya inerlerdi duvarımızda, ipekti, incecikti rüyalarımız,
Çocuk hülyalarımızla dağlara çekerdi sanki tabloda dostlarımız.
Elimizden yaprak yerdi, ne verirsek yerdi her biri geyiklerin.
Dokunurduk ayaklarına, sırtlarına, dudaklarına,
Sular bulanmaz, ama artardı maviliği o minik derelerin,
Gökyüzüne yol yapardık avcumuz yanana dek,
Yollar bizi döndürürdü oyundaki ovaya.

(Ne annem ne babam kaldı bir kerevette yaşlanıp,
Kemikleri yoruldukça oturup da sırt dayayan.
Ne de ağabeyim var artık -Ev böyle duracak!- diyen,
Gidip, görüp, durduğuna gözüyle görüp inanan.
En son onunla gezdiydim ıssız, sessiz odaları,
İlk gençlik yıllarımızla eşleşip adımlıyorken,
Kimse uzanıp bakmadı ne yataktan ne mutfaktan.
Ağabeyim de anladı yıllanmış tüm mobilyalar,
Böyle susacaklar artık, bizsiz ölecek anılar.)

(Sindirmeye çalışsam da sinmiyorlar yüreğime,
Başıma yıkıldı çünkü kurduğum kâğıttan kule.
Bu dünyada sevgisizler doyuyorlar mala mülke.
Meğer zaten bekliyormuş bu son dokunuşu dünyam,
Dayanaksız kalmak yetti, yıktım eski duvarları.)

Halımız aynı duvara kaç kez yıkanıp asılmış,
Ne ağaçlar azalmıştı, ne gök, ne su, ne geyikler,
Ama onlar da daraldı akıp duran zaman ile,
Üstlerine yağan tozu silkeleyense kalmadı.
Evimiz yapyalnız şimdi, halıda havlar azaldı,
Yaşlandıkça ölüp gitti bizi tanıyan komşular.
Dayanaksız kaldı duvar, dedim orda ne işim var,
Varsın ağlasın anılar, ben bile duramam artık,
Zaten can yok ki özümde akıp bitsin son damlalar.

Dokundum da hayalimde, uçuştular gökyüzüne,
Anılar siyah beyazken renkler biraz havalandı.
Yine çağırdılar beni o bir avuç maviliğe,
Özgür yaşama düşünü bizde unuttuydun diye.
Şaştım biraz, hiçbirisi yaşlanmamış, yavru geyik hâlâ yavru,
Annesi su içiyor, içtiği su yine temiz, hem de asla bitmiyor,
Geyik baba çok boynuzlu, o azametli duruşla yine ovayı kolluyor.

Anne geyik annemizdi, baba olanı babamız, yavru geyikler hepimiz.
Toplanır gelirdi hepsi umduğumca yaşansaydı bize verilen ömürler,
Geyikli halımız gibi solmazdık ki dayanaksız!
Gönlümüzce yürümedi hayal edilen dünyamız.
Fena avcılar dadandı, ablam yaralandı önce, ağabeyimse gurbette!
Kardeşlerim uzaklara dağılmasaydı öylece,
O dereden masal akar, tutar anlatırdım Aykız!

Annemin aynalı sandığı naftalin kokuyor hâlâ, içinde yünlü giysiler.
Çeyizinden bir o kaldı bir de dokuma kilimler.
(O kilimler bende şimdi.)
Aslında Kabe dokulu halılar da vardı bizde,
Dürüp büküp camileri, o sandığa katladıydık.
Ölüm çok uzaktı ama gün olur gelirse olsun sanduka örtüsü diye.
(Ne anneme örtebildik ne babama daha sonra, çünkü evimizden uzak ölüverdi ikisi de.)

Rüyalarımıza bile giremedi o halılar uçuşan yıllar içinde, zaten onları seyredip düş kurulmaz ülke ülke.
Geyiklerse hepimize yüzlerce dağ gezdiriyor, bugün bile, haritanın üzerinde.
Böyle şeyler sanıyorum hacdan gelirdi herkese, yakınlığına bakarak dağılırdı hanelere.
Biz çocuklar masal gibi olanları çok severdik, kahveci güzeli misal bize de uzatır kahve, uzanırdık fincanlara, ya kahve yoksa içinde ya içmeden dökülürse...

Özgün tasarımcıydı annem, aklından örgüler örer, ilk kez çizdiği modeller giysi olur makinede.
Sanatçı ruhluydu çünkü, öyle anlardı güzelden. Geyikli halıda sanat baskındı diğerlerine. İmrenirdi ilmeklere, renge denk düşmüş biçime, nasıl benzemiş gerçeğe anlardı ve anlatırdı sorduğumda masal gibi. Yatağa uzanır sonra doya doya seyrederdim halıdaki o renkleri.
Sanki onlar öğretmendi, çağırırlardı annemi; "Gel dağlara, çiçeklere, ahenkle dök nakışları.
Otur üreten elinle, tasarla biçimlerini, bu tezgâh da senin olsun, vur kirkiti düğümlere!"

Oysa Kâbe dokulu halılar üretmeye çağırmaz da "Dünyadan el etek çek ve bilme yaşamayı!" derdi. Yaşama sevdalı annem bu çağrıyı beğenmezdi. O kadar beğenmezdi ki göz önünde durmasını bile istemezdi onların;
"Yere sermek günah!" derdi gülümseyip inceden. "Duvara asmak ayıp!"
Çünkü "İbadet de kabahat de gizli!" diyen nesildendi, ömrümüzü yaşanası eylerken.

Onları duvarımıza asmadık ve kullanmadık bizler de.
Ölümü çağrıştırıp korkutamasın diye.)

Gebze, 24.10.2022, Ünsal Çankaya.
Şiiri Özlüyorum Dergi, Mart Nisan 2023, Sayı:112







Rahmi Emeç objektifiyle Eskişehir Çatacık Ormanlarında geyik ailesi.






ÇATLIYOR SU

ÇATLIYOR SU

Hasedinden olsa neyse, inadından,
Kalbinin tam ortasından, çatlıyor su.
Bildiğimiz, arı duru akan su!

Çatlayınca göğe ermiyor başı, toprağa karışıyor,
Bilse çatlamaz, öz haline dönmezdi.

Emilen süt değildir o, insana varlığıyla
Suyunu unutturup, ayıran, susuzlukta.
Akan su da duran su da ana sütü değildir ki emilsin,
Aslan sütü der koyanlar, bardağa dolduğunda.

İçince dünyanın dönüşü denge, herkes iyi, saki güzel.
Kafalar sünger, kalpler taşa dönse de içenler güzel.
Su bile beğenir kendini şişip, çatlamıyorsa,
Dili ulaşıp destana, küfre dolanmıyorsa.

Sorunlarsa güzel değil, hiç değil!
İçip içip unutmalı sorunları, mutlaka.

Ve tanrılar diyor ki kaçın tüm sorunlardan,
Soruna çağırandan kaçın çok uzaklara.
Unutun kendinizi, unutun bendinizi,
Kalmaz sorun, siz onu unutunca.

İşte tam o sırada çatlıyor su, sığmıyor yatağına.
Sığınmıyor toprağa. Tutunmuyor buluta.
Çatlıyor. İnadından. İnanmıyor akmaya.
İnanmıyor buharlaşıp uçmaya.
Donuyor utancından.
Buz oluyor soğukla.

Çatlamazdı inan ki bir inansa kalbine sığmayana.
İnanmazdı, aklı galip sayarak. Ama akıl değişmiş!
Çatlıyor toprak gibi, çanak ve çömlek gibi.

Ne olup ne bittiyse tanrıları dinliyor,
Çatlıyor su, dönüyor batağına!

Gebze, 5.1.2020, Ünsal Çankaya
Şiiri Özlüyorum, Mart ,Nisan 2020, Sayı:94

SADAKO'NUN TURNALARI

SADAKO'NUN TURNALARI

Uçan bir kuş
Vurulur mu özünden?
Vuruluyor turna ise gözünden.
Vay ne anasının gözü, ne yaman avcı şimdi!

Gülen bir çocuk
Vurulur mu düşünden?
Vuruluyor bir 'Küçük Kuş' yüzünden.
Vay ne anasının gözü, ne yaman avcı şimdi!

Hiroşima, Nagasaki, turnalar origami!
Bombaların ardından, nedir atom demeden
Düş kur, kurtul ölümden! Sadako'm, Sasaki'mim!
Sen bitiremesen de, tamamlarım ben bine
Yaptığın turnaları katlarım yüreğimde, aksın yeter gür çeşme!
Sen bir damla su ile geleceksen kendine, vereceğim az bekle!

Girme Ohta nehrine!
Her Ağustos yanarım,ben de vuruldum sende,
Vuruldum bin b-içimde!
Vay ne anasının gözü, ne yaman avcı şimdi!

Bir Ağustos böceği can veriyor içimde!

Gebze, 6-7Ağustos 2006, Ünsal Çankaya.
Şiiri Özlüyorum, Edebiyat Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık 2006, Sayı:18

12 yaşındaki Sadako Sasaki, bin turna kuşu katlayabilseydi yaşamayı dilemişti, atom bombasının yakıcı etkisinden oluşan yaralarla...
646 tane katladı... 647. elinde yarım kaldı...
Şimdi 'Atom Çocukları Anıtı' üzerinde bir heykeli var. Ve tüm dünya çocukları kağıttan turna katlayıp gönderirler her Ağustos'ta... Sadako'nun dileği gerçekleşebilsin diye...
Binlerce turna uçururlar,barış olsun diye...

Bomba atıldıktan sonra ağır yanıkları ile yaşamaya çabalayanlar altı kollu Ohta nehrine atarlar kendilerini... Oysa yanık için doğrudan su daha can yakıcı. Geri çıkarlar, yanık sızısıyla atlarlar suya, bin çabayla geri çıkarlar... Tükenince dermanları... Bir yudum su için yalvarırlar...

Japonlar şimdi o bölgeye durmaksızın tazyikli su fışkırtan bir anıt çeşme de yapmışlardır...

Kâğıt katlamayı öğrettik mi mi çocuklarımıza?
Bir yudum suyun değerini öğrettik mi ?
Bir canlının yaşamının değerini?

Geç kalmayalım!

YAKTIK







YAKTIK

Kırk katırı biliriz biz ,kırk satırı,
Asmayı biliriz, hançerlemeyi,i yi biliriz, sırttan
Haremlerde kardeş boğma geleneği de bizim
Bizim yine çok sevdim de öldürdüm hakim beyim demeler
Terk eden sevenleri, kurşunlara dizerek.

Bedrettin'i astık, Pir Sultan'ı
Ölüp ölüp dirilirler bilmeden.
Bir yakmayı bilmiyorduk eskiden
İki Temmuz miladı oldu dostlar

Türkü yakanları yaktık, şiir yazanları yaktık, yaktık çizenleri çocukcasına
Yaktık utanmadan semaha dönen gencecik fidanları
Utanmadık koca Bezirci'yi yakarken, öyküleri dünya dillerindeki Aziz ustadan
Utanmadık, davranmadık sönsün bu yangın diye bir kovacık su ile
Seyre durduk beyaz camda, seyre durduk elimizde fincan fincan çaylarla

Burnumdan gitmeyen yanık kokusunda çok payımız var
Payımız var içimde yanan insan etinden dökülüp dağılan tikelerinde
Öyle yapıştı ki bulaşık balçık, yapışıp kaldı ki ellerimize
Nasıl temizlenir yüreklerimiz, nasıl arınılır yangın isinden
Bir çare gösterin ey güzel dostlar

Bir çare ki;
Bağışlansın yüreğimiz içinden.

Gebze, 2.7.2006, Ünsal Çankaya.
1) Şiiri Özlüyorum, Edebiyat Dergisi, Ağustos-Eylül 2006, Sayı:17
2)Afyon Denge Gazetesi, 2 Temmuz 2014 tarihli nüsha