Translate

SARI DAYIM, HAMZAHACILI ve ÖLÜM

SARI DAYIM, HAMZAHACILI ve ÖLÜM

Bak en baştan söylüyorum iyileşip çık oradan dayıcığım, başka türlüsünü kabul etmiyor gönlüm.
Sonra sen ve annemin köyü benim için ne anlama geliyor onu anlatacağım, anımsayabildiğim kadarıyla.

En çok düğünlerde seninle yorulana dek misket ve tabandan oynayışlarımız, sonra senin yanık yanık söylediğin türkülerdeki sesin geliyor aklıma. Ben acemi, sana baka baka o yöresel oyunu öğrenmeye çalışıyorum. Teyzelerimden de azıcık ‘düz oyun’ ve ‘gaydalama’ öğrendim ya aslı yok onları oynayışımın.
Sonra ölümler ve ağıtlar geliyor...
Uzakları bir kalem geç, ama annem en yakınlarında nasıl dövünür, nasıl ağıt yakardı biliyorsun sen. Gidenlerin gelmeyişine “Emmili dayılı yaylaya konmak!” derdi ağıtlarında. Güzel bir yere gitmek demekti o... Ölüm giden için güzel, kalan için yıkımdı çünkü.
Sonra bir baktım ki köy, köyde yaşayanlar bitince bizler için bitti.
Sonra dedim ki niye hep sevdiklerimi ölümden sonra yazıyorum, sağken yaz da sevdiklerin bilsinler ne kadar sevildiklerini ve direnip kazansınlar, yaşasınlar ve sen onlarla daha güzel günler gör!
İyi demişim değil mi?
 
İşte bu yazı Hamzahacılı, sevdiklerim ve sen üzerine...
Şifa dileğim olsun sana. Şifa bul dayıcığım! Kalbim seninle!

Ezgisiz olunca ağıt sayılmaz yazım, içimden geçenleri yazayım ve dayım sağ ve sağlıklı kalsın dedim. Okursun, belki kuzenlerim okur sana, ne çok sevildiğini. Arayıp sormadılar demezsin, dünya halimizi biliyorsun, hepimiz az çok hastalıkların elindeyiz ya aslında artık mesafeler çok uzak.
Bayramdan bayrama gelebilmek en büyük zenginliğim.
Az kaldı bayrama, iyileş ki geldiğimde görebileyim seni... Hem de;

Emmili dayılı yayla mı kaldı?
Gidenler konunca göçmüyor geri!
Ebeler, dedeler yurt yuva kurmuş,
Oğlunu kızını eğliyor sanıp,
Şenliği duyanlar düşse de yola,
Canım sarı dayım inanma emi?

-HAMZAHACILI-

Anne köyüm, sen hayalimde bir serinliksin, düven üzerinde saman tozuna bulandığımız bir harman yeri, bir çeşme başı. Bostan tarlasında huyma gölgesi, su motoruyla sulanan pancar, arkının içinde su eğlencesi. Kimi zaman atla, kimi zaman eşekle, kimi zaman traktörün üstünde ırgatlara yemek yetiştirme telaşı... En kalabalık sofralar, yaz ve kışta en neşeli sohbetler... Masallar, çocuk korkular, karanlık samanlıkta saçını tarayan Arap Bacılar uzak dursun, kapıdan bacadan gelmesin diye içli dualarla dalınan yorgun uykular...

Önce haney sayılan borda kapılı koca avlu içindeki o iki katlı evde iki kardeş, ki ikisi de bana ve tüm çocuklara dede, sonra dayılar, teyzeler, kuzenler...
O katta her zaman uzak durulan arıların kara kovanları. Altta atlar, ambarlar, yanda ahır, samanlık... Dereye doğru açılan bahçe kapısı, oradan karşılanan sığırlar, süt sağılmasını izlemeler... Her an işe yaramak için hep bir büyüğün yanında hazırda beklemeler... Bayramlarda teyzelerin deredeki söğütlere kurduğu salıncakta sallanmak kadar teyzelerin ayaklarında uçan hoppacık olmak...
O evde dedelerden biri kalp krizinden öldüğünde daha ancak altı, yedi yaşındayım belki.
Yazdı, sıcaktı... Herkes çok ağlamıştı. Sonra...
Şimdi düşünüyorum da belki miras paylaşımı oldu -o zaman düşünmemiştim- kendi dedem köyün çıkışına kocaman taş duvarlı, kocaman bir avlu içine, kocaman ama tek katlı bir ev yaptı.
O yaz yine eski evde kaldık, biraz da hem tüm büyükler kısmen ama en çok da teyzelerden bekar olan Munise ve Sebile, dayılardan Doğan ve Mustafa o evi yaparken, taşını taşırken, suyunu at arabasıyla varillerde taşıyıp, kerpicini karıp, dökerken, duvarlarını örüp, kapısını, penceresini, aşevini, ahırını, samanlığını, sundurmasını tamamlarken biz küçükler bostan bekledik, sığırları sürdük, dönünce yemledik, evin suyunu taşıdık küçük helkelerle ve hepimiz çok çalıştık...
Odayı, sofayı süpürdüğümü de biliyorum, arılara yaklaşmadan sekiyi ve ocaklığı da...
Sonraki yaz yeni evde toplandık tüm kuzenler, dört, beş yer yatağı yan yana, masal üstüne masal, hiç bitmesin dediğimiz geceler...
Daha da sonraki yıllarda sadece bayramlarda kısa sürelerle gittim nedense...
Gerçi dedem ölünce eski havası da kalmadıydı evin belli ki... Sonra büyüdük zaten... Ankara’da, üniversitedeyim, Muhterem dayımla aynı okuldayız, ben henüz yurttayım. Arkadaşlar “Muhterem’in babası ölmüş, köye gitti!” dediler. “Allah Allah, onun babası benim dedem!” dedim... Koştum, bir otobüsle de ben yetiştim ilçeye. Otogarda babamla karşılaştım, defnetmişler, o işe dönüyor... Beni ‘mavi şevrole’ bir taksi ile yolladı köye...
Pek şaşırdılar akrabalar, kız başıma köye kadar gelişime. Ağlayışıma...
Annem çok yanmıştı, çok... İşte o zaman anladım ki annem de çok yaşamaz, dedemle aynıydı ondan genetik geçen derdi... Sonraki yıllar okul gurbeti... İş gurbeti... İçim hep annem gidecek diye titredi... Erken gidecek... Doyamayacaksın annenin kokusuna, yüzüne, bakışına...
Öyle de oldu zaten, öyle de oldu!
İş gurbetimin ilkinde annesi -ebem- gitmiş, yerim çok uzak diye haber verilmesini engellemiş, “Üzülmesin benim kuzum, gelemez ve çok yanar şimdi!” demiş. Ölmüş gibi gelmiyor bana şimdi ebem, “Melekti zaten, meleklere karışmış!” dedim çok sonra öğrendiğimde.
İş gurbetimin ikincisi biterken kendi gitti annemin...
Peş peşeydi acılar, dayanamadı o duygusal yüreği.

Hamzahacılı anne köyümsün sen, onun sevdiği kadar sevemem seni!
Ama en sevdiklerim sendendi, yaylaya konanlar da sendedir şimdi.
 
Önce annem gitti, babası gitmiş de çağırmış çünkü... Anası peşinden gitmiş dedemin.
Sesi kaldı bize... Yazdığı el yazısı ağıtları bir de sesiyle kasete çektirdiydi Ali ve bana.
İçli, ağlayan, hıçkıran ve sonra nefeslenip “Üzülmeyin yavrularım!” diyen o güzel sesi.
Sonra Celalettin dayım, sonra babam, sonra halam, sonra Gülcihan...
Hepsi ayrı ayrı yaktı.
Babam önce belleğinde yitirdi bizi, sonra dayanamadı bu çaresizliğe, belki o bilir yerini, söyler de bulurum diye annemin peşine gitti.

Ben geçen yıl Gülcihan’ı uğurladıktan sonra kalan dayılar ve teyzeleri aynı fotoğraf karesine alırken demiştim ki onlara “Bakın, işte bu kadar kaldınız, artık kayba dayanamıyoruz, kendinize iyi bakın!”
Sanki böyle diyen ben değildim... Bu yıl şubat sonunda Munise yaktı bizi, hiç beklemezken, tam “İyi oldu, hastaneden eve çıkacak artık!“ derken. Kızlar -ölünce- köye -sana- geri dönmüyor, biliyorsun değil mi?
Şimdi Mustafa... Hasta diyorlar, hastanede diyorlar...
Şifa bulsun diyorum dayım, şifası ol emi annemin köyü!

-MUSTAFA-

Benim ilk gençliği deli dolu geçen dayım... Öfkeli ve duygulu dayım...
Babadan kalma köy varlığından şehirde geçilen yokluğa dayanırken dışı sağlam, içi yavaşça göçen dayım. Tam torun torba huzur içinde yaşanacak derken... Baba ocağını köyde de tüttüreyim derken beklenmedik acılar yaşanan bu ülkede üzerine gelen son acıları kaldıramadın...

Karaciğerin yenilense yenilermiş kendini... Yenilensin diye tazeledik umudu şimdi.
Kalkarsın ayağa, güç mü yeter yapıp bitireceğin işlere senin, imrenir dünya âlem!
Yenesin o menhus derdi de iyileşip gelesin diye dillerimiz, kalplerimiz bitmeyen bir duada, sevgimiz yanında, umudumuz sonsuz.

Bizim bu çağrımıza kayıtsız kalamazsın... Bilirim!
Hem daha çok zamanın var yaşayacak, hem daha çok görecek günün var güzel dayım, torunların evlenirken bizler seninle tabandan oynayacağız çünkü... Öyle değil mi dayıcığım?
Duy beni, duy, iyileşip gel haydi!

Gebze, 13.6.2017.

Yukarıdaki notu sağken okuyabil diye yazdıydım, bugün bırakıp gittiğini öğrendim öğle olmadan... Bugün dünyada babalar günü... Olan kutluyor... Olmayan hüzünleniyor...
Seninse yaptığın olacak iş değil inan ki!
Kutlanacağın, sevgiyle dolacağın şu günde ölüp de gidilmez ki...

Babalar hüznü...
Öyle! Gün değil bizimkisi!
Sevgili dayım, bizleri bırakıp gitmek için seçtiğin gün bu!
Oğullarının, biricik kızının her babalar günü hüzünlü geçecek zaten, ama onları bir babalar günü bırakıp gidişin ikiye katlayacak hüzünlerini.
Ben de zaten unutmam, sevdiklerimde bir doğum, bir ölüme değiyorsa gün.
Yakıp kavuruyor acım, ölene de kalana da yanarak...
Rahmetin çok olsun dayıcım.
Yarın öğleyin seninle bu dünyadan vedalaşma töreninde buluşacağız.
Durmam gayri, ben de giderim dediğin o yer gerçekten yayla mı ki?

Ne gidenler döndü ne haber aldık,
Anadan atadan hep ayrı kaldık,
Çok özlerim bugünlerde babamı,
Selam söyle yaylalara konduysan!

Gebze, 18 Haziran 2017.

Dayıcığım;
Senden sonra yazdıklarımı yeniden okudum, hep içime ağlıyorum artık, dermanım kalmamış dere olup taşmaya... Aşağıya bir cümlecik not daha ekledim, tamamlansın bu yazı;

Köyden sonraydı... Üç günden sonraydı... Kızın Sema dedi ki..."Abla, babama okuduydum yazını." Sevdiğimi bilerek gitmek sana biraz olsun iyi geldi mi?

Gebze, 30 Haziran 2017, Ünsal Çankaya.