Translate

KALMAK KADAR ZORDUR GİTMEK

"Hayatımın geri kalan kısmını bu şehirde geçirmeyeceğim. Bunu biliyorum.
Bilmediğim, arkada kalan yılları buradan koparabilecek miyim ?" Ömer Turan

KALMAK KADAR ZORDUR GİTMEK

Bir ayrıldın mı nereye gitsen yabancısın artık.

Bu doğulan yerin, büyünülen yerin sitemidir insana, kahrıdır, cezasıdır.

Bir ayrıldın mı dönüp gideceğin bir yer kalmıyor. Kalmıyor dönmek için neden, kimse, sokak, gökyüzü, deniz. Bozkır bile istemiyor bırakıp gideni geri dönünce; kim bu yabancı diye. Nereye gitsen orası senin kentin olur, yeter ki iste derler ya; öyle değildir."Her yer Taksim, her yer direniş!" denildiğinde bile öyle değildi. O slogan bir özlemdi; direnmek için, kazanmak için. Bir kez bile olsa bir arada bir şeyler yapılabildiğini göstermek için..."Bize her yer Trabzon!" diyecek binler elbette var; oradan ayrılıp gittikleri her yerde küçük bir köy - kasaba boyutunda Trabzon yaratabildikleri için.

En uzun yaşadığım yer burası çocukluğum sonrası... Her şiirimin dibine not düştüğüm kent, yani Gebze. Afyonkarahisar, ki doğduğum kenttir, büyüdüğüm kent, bir daha dönemedim bile.

Gebze'nin gitmediğim sokağı, keşif yapmadığım mahallesi kalmadı. Köylerin, caddelerin, sokakların hepsi bilir beni...Tarla tarla, her elektrik direğinin dikildiği güzergâhtan yürüdüm. Yeni yapılan her yol, her park, her organize sanayileşen bölge, sulama kanalı, göleti, sit alanı değerlemesi, kentleşmenin her nimeti için gereken hizmetin öncesinde yasal olarak zorunlu kamulaştırmasının plânı boyunca görevdeydim. Şapkamın altında yürüdüm; sıcağında, soğuğunda, baharında, güzünde, gülümseyerek, kızarak, gölgemi ve sesimi bırakarak her metre karesine.

Gözlemim o ki; köyünden, kentinden kopup gelen gurbeti yenmek için yerleştiği yerde köyünü, kentini minimal düzeyde yeniden kurabilmek için kolonileşiyor. Kapı komşusu mutlaka akrabası diğerinin, yakın köylüsü hiç değilse. Gurbet duygusunu yeniyor böylece gece kondurulmuş semtlerde, havuzlu , güvenlikli, duvarlı sitelerde.

Ama ben bunu yapamadım, yapabilecek konumda hiç olmadım. İşim engel olduğu kadar içim engel oldu bir başka yere bağlanıp, yerleşik hissetmeme.

Benim gibi olacaktır sorularını yanında taşıyan, sorunlar yaşamasa bile ömründe.

Çünkü insan ekmek parası deyimine uygun zorunluluklarla yaşadığı yerlerde içindeki gurbet duygusu yüzünden asla yerleşik hissetmiyor kendini. Zorunluluklar bittiğindeyse bir bakıyor ki geri dönecek yer yok. Yaşadığı yerlerde ise yıllardır gurbeti de beraber taşıdığı yüreğindeki sıla özlemiyle artık benimsin diyemiyor o yere.

Birgün mutlaka çıkılacaktır yine de kentten. Yepyeni bir yaşam özlemi için. Yaşanılan kent artık yetmez hale geldiği için. İçi daraldığından belki insanın, belki de bağırıp çıkma isteği içindeki savaşı kazandığından.

Herkes doğduğu yerde yaşayamaz; bu olanaksız değilse de gerekli ve zorunlu değildir elbette. Ama yeni bir kent ürkütür insanı, her zaman; bilinmezler içinizdedir ve oralarda ağır basar her zaman bilinenlere.

Buna karşın başlanır yeni kentte yaşamaya, çalışmaya, her şeye alışmaya. Hem daha çok var olmak isteğinden kaynaklı enerji ile ilk anda ne olduğunu anlayamaz bile insan sıladan kopuşun getirdiği garipsemeyi. Hani evden ilk kez o kesin kopuşla yaşanılan gecedeki garipseme - göç - ve bir yere ait hissedememe duygusunu... Yarının bilinmezliğinin yarattığı gelecek kaygısını... Başarmak ve tutunmak arzusunun yanından hiç ayrılmayan gerçekleştirebilecek zaman, para, enerji bulunup bulunmayacağının bilinmezliği kaygısını. Oysa göç aynı zamanda içteki bir göçüştür her anlamda, o yıkımın altında kalır bir çok olumlu duygu.

Yıllar sonrası görülür ki hiçbir yer kendine ait değil, üstelik kendisi de hiçbir yere ait değildir insanın artık. Çünkü öyledir gurbet; bitmez artık. Çünkü yaşam bitmeyen bu gurbeti sürüklemek zorunda bırakan bir mahkumiyettir insana.

Yine de kalın demem, diyemem kimselere. Yaşadığı yer dar gelmeye başlamış ise; bu kez orada zorunlulukla sürecek yaşam kendisine yarattığı mahpusluk olur, ki kendisinden başkası açamaz yüreğine kilitlediği kelepçeleri, demir kapıları, parmaklıkları.

Mutsuzluktur bir kentten gidiş, gidemeyiş de.

Şairin sorduğu asıl soruya da bir yanıt gerek artık; arkasında kalan yılları da koparabilir mi, yanına alabilir mi bir anı defteri gibi bırakıp giderken o kentin her şeyini?

Arkada kalan yıllar koparılamaz, taşınamaz, sürüklenemez. Uçmaz, buharlaşmaz elbet; ama yanında gidemez insanın yaşayarak öğrendiğimce. Birden yiter. Nereye yiter bilinmez, minicik bir izi bile bulunmaz bellek dışında. Bellek ise sadece özleminde yaşatır her bir anı, her anıyı. Arkada kaldığını sanırsın o yılların; dönüp baktığında yerinde yoktur. Yitmiştir de, bilinçli değildir bu yitiriş, çalınmış değildir zamandan, biri alıp götürmüş değildir, ama yokluğun nedenini anlayamazsın, bulamazsın bir yerde. Çünkü bir yerden ayrılmak bir insandan ayrılmaktan farklıdır hep. İnsan dost ise dün ayrılmış gibidir senden, kalan cümlelerle devam eder sohbete... Bir yer ise bıraktığın... Artık o yer senin değildir. Başka izler bulunur her zerresinde, başka sesler, başka yüzler, başka evler, ağaçlar, çiçekler, böcekler, başka gölgeler.

Kavafis'in şehri gibidir bir kentten gidiş, ardından gelir. Kent bir gölgedir çünkü. Ama insan bir de içinde taşır onu gurbet duygusuyla, sıla özlemiyle. Bir gün geri döndüğünde güneş eskisi gibi parlamaz, o kent eskisi değildir. Çünkü insanın içi aynı değildir, öğütülmüştür çoktan zaman değirmeninde, gölgeler değirmen taşlarına değmese bile.

Gebze, 24.10.2013, Ünsal Çankaya.

HUKAB
Hukuk Kültür Sanat Edebiyat Dergisi Ocak- Mart 2015, Sayı:12