Translate

OKUDUĞUM SARIŞIN ve KARA SADECE SIFAT DEĞİL BU ROMANDA

OKUDUĞUM SARIŞIN ve KARA SADECE SIFAT DEĞİL BU ROMANDA

Aydınlık ve karanlık nedir, okumuşluk ve cehalet ne demektir bunu imler aslında.
Issızlığın ortasında geçer akçe nedir ki insanın insandan ayrıksılığı bu kadar sırıtmaya?
Nasıl başarılmalı ki insan bu kadar yalnız kalmaya ve insanlığını hiç unutmaya…


“Uyuyamayacaksın!” demişti Melih Cevdet Anday.
‘Öğle uykusundan uyanırken’ başlıklı denemesi muhteşem. Romanla eş zamanlı okudum ikisini. İyi oldu böylesi. Üstelik uyuyamadım!

Sarışın ve Kara bir roman, Arkeo Pera yayınevinden, Ekim 2019 baskılı.
Yazarı benim üniversite yıllarından tanıdığım bir arkadaşım. Araya yıllar girdi, üç yıl önceye kadar bir daha karşılaşmadık. Ama tesadüfler de yaşamadık değil zaman içinde.
Benim ilk görev yerim Bartın ilçeydi, birkaç yıl sonra il olmuş ve İsa oraya vali olmuştu yıllar sonra.
Sonra bir gün gazete okurken haberine rastladım kitabının… Halet Abla Destanı’nı yazmıştı İsa. Çukurova’nın sıcağında küçük bir ilde valiydi ve o üretken kadın ile tanışmış, hayran olmuştu “Cumhuriyet’e borcum var, ödemeliyim!” diyen o yaşlı bilgeye. Sonra ileti adresine ulaştım, yazdım, bu sanal mektup sonrası yeni bir bağ yöntemi bulduk internet ve hız çağı başladığından. Ben de şiir yazdığımı da edebiyata ilgimi ancak o zaman duyurdum ona.

Başka Şeylerin Şiirleri yayımlandığında İstanbul’daydım. Haberleştik, buluştuk İstanbul büyük kitap fuarında. Sevgili eşi Emine ile gelmişti, sanki dün ayrılmışız gibi sohbet ettik dün ve gün üzerine.
Sonrasında yazışmalar, paylaşmalar, fikir alıp vermeler sürdü.
Sarışın ve Kara için epeyce belge araştırdığından, uzun yıllardır da plân ve kurgu yaptığından, adı üzerinde de içeriği üzerinde de çok titiz çalıştığından haberdarım bu yüzden.
Kapak deseni onun lise yıllarından sakladığı bir çizim. Çıktı haberini aldım zaman içinde, “Yazdım, bitti nihayet!” deyişinin biraz sonrasındaydı.
Roman nihayet elimde. Bir ilk roman bu. Dört şiir kitabının üstüne.
Bir solukta okudum. Uykusuz bir gece ve devamı gün içinde. Boğazıma bir yumru yerleşti okumam ilerledikçe. Yaşadıklarıma benzer sıkıntıların, gözlemelerin, izlemelerin ve neredeyse kalabalık içinde çırçıplak hissetmenin hissedilişini okudukça ilerleyen her sayfada.

Roman ülkenin elli, altmış yıl öncesini kurgulamıştı. Bir gerçek kişi yaşamının izi vardı ve ama iyi gizlenmişti yer ve isimler. Onu gördüm okudukça. Bulmaca çözsün artık okurlar.
Daha sonra “Bize bu gömlek bol!” denip daraltılan bir anayasa çıkmasının hemen öncesi, sonrası ve az daha sonrasındaki, roman kişisinin Daristan adını verdiği ilçedeki bir yıllık zaman dilimi, kişiler ve doğa yer alıyor kitapta. İçimizi daraltan yer saydım verdiği adı yansıttığı anlamla. Yine de aradım sanal sözlükte, Kürtçede orman anlamına geliyor. Başka bir anlamı yok bildiğimiz Türkçe, Arapça ya da Farsça sözlüklerde. Anlamını veren tek sözcükten yürürsem, o ilçe içinde yitilen bir orman gibiydi denmiş olmalı. Hem güzel ve görkemli, işlenmemiş, hem de ürküten, büyüklüğü, bilinmezliği ile. Ya da kim bilir bir darağacı imlenmiştir sözcükle, her an oraya çıkartacak bir yargılama yaşanıyorsa görev yapılan yerde.

O yıllara ait bazı bilgilere inanamadım okuduğunda. En özgürlükçü anayasamızdı ya 1961 anayasası, işçilere haklar veren hükümler içeren o metin oylanırken madenciler şehri Zonguldak seçmen çoğunluğu koca bir hayır demiş anayasaya. Gerçi günümüzde de oy verme refleksi sırasında oyladığı metnin kendine verilen ya da alınan haklarla ilgisini kurmuyor ki seçmenler.

Kitabı okuyacaklar bilsin ki yazar ve yaşıtı bizler için doğduğumuz, ancak henüz okula gitmediğimiz yıllardır anlatılan. Genel ifadelerde yaklaşık bir on yılı imlense de ülkenin, asıl öyküde belirli bir ilçedeki, bir yıldan az bir zamanda yaşanan gerçeklerin eli tutulmuştur gün ışığına dökülmek için. Herkesin başka köşesini yazdığı o yaşamın başında, tüm sınırı çizen o ilçedeki mülki amirlik sıfatı gözden kaçmasın denmiştir anlatılanla. Somut tarih vermek gerekirse 24 Ekim 1965 günlü Genel Nüfus Sayımı öncesi ve sonrasındaki yaklaşık bir yıllık zaman aralığıdır belgeleri bulunan ve yazılan.

Ülkenin bir Kurtuluş savaşı vermesi sonrası her alanda bağımsızlığı kurmakla geçen ve Atatürklü o güzel yıllar geçmiş, onsuz kalan ülke 2.Dünya Savaşı’na girmekten kurtarılmış ve ama yokluk, kıtlık yaşanan yıllarının da aşılmaya çalışıldığı yılların yirmi yıl kadar sonrası. ‘Din afyonudur halkın!’ der ya bilge. Yollar yapılıp, fabrikalar açılırken asıl okullar açılmalıydı en küçük mezraya… Öncelik camide deyip, okula verdirmeyen yapılanmalar da ülkenin her yerinde ortaya çıkmaya başlamış o yıllarda…
Romanda gözlenen de işte bu iklimin doğal sonucu; Her yerleşim yerinde parmakla sayılacak okur-yazar, ulaşımı kara kışa bağlı köyler, bağnazlıkları ‘çarıklı erkanı harp’ uyanıklığıyla baskın ekabir ve kalan nüfusu ise köyden az kabaca ilçeler…

İşte bu kitapta anlatılan yaşam kesiti tüm o yokların arasında bunalmış bir şair kaymakama ait..
Hakkında o memuriyetin henüz başındayken sonuna yol aldıran idari soruşturma başladığında, ifade alana; “Kimi zaman uçuk -kaçık şeyler söylüyor, biz bile anlamıyoruz dediklerini, cahil köylü nasıl anlasın?” diyen memurları var…
Issızlık var ve sadece doğanın ıssızlığı değil, insanlardan yana olanı yoğun. Kalabalıkta bile yaşanan.
Çok sevdiği ama onu tam anlamayan, kısıtlayan bir karısı, o sırada doğan bir oğlu var.

Daristan demesi boşuna değil…
Küçücük çıkarları için iftiradan kaçınmayan küçük insanları var her yerde olduğu gibi.
Köylere okul, su, yol, yurt olarak hizmet azmini kırmak için çıkan siyasi engeller kadar bütçedeki ‘ödeneksizlik’ kavramı denen duvarı var.
‘Yerel imkânlarla yapın!’ diyen o soğuk üst makam yanıtı kadar iç üşüten başka bir yanıt olacağını sanmam iş yapmak isteyen insana.

Aynı soğuk yanıt kaç kez okunmuştu cumhuriyet savcısı olarak çalıştığım ilk beş yılımda.
Ben romanda anlatılan o yıllardan yirmi yıl sonra bile aynı soğuk yanıtlara muhatap olmuş, aynı göz önünde yaşamın ağırlığını duymuşsam… Aynı kurumlar arası ilişkilerin soğuk duvarlarına çarpmışsam başımı…
Kırk yılda bir denecek şekilde ülke için de güzellikler düşleyen birkaç kişiye denk düşünce kendimi çölde bir vaha bulmuş saymışsam…
Ben adli alanın idari ve mali işlerinde o yoksunluklarda kapana kısık hissetmişsem kendimi…
Romanın kaymakamı Çağlar bir benzerini yaşamıştı o yıllar…
İşte o nedenle bir solukta okudum, boğazıma takılan bir yumru ile.
İyi bitse sonu diye diye. Şiir kazansa diye. Olmadı!
Ama iyi ki o yumruyu hafifleten bir su gibi eş zamanda okudum Anday ustayı.

Çünkü okuyanlar görecek ki basit bir kurgu öykü değil anlatılan.
Yaşanan yaşayanın gerçeği, yazanın da yıllar sonra onlarca, yüzlerce kez aynısını yaşamak zorunda kaldığı ülke gerçeği.
Yaşamın ve koşullarının acımasızlığı belki.

Gerçi bu ülkede başka türlüsü mümkün başkaları için, onlar da göz önünde yaşıyor, biz diğerleri de!
Bu romandaki şair kaymakam ya da sonra bu gerçeği romanla vermeyi düşünen sevgili arkadaşım ve benzerleri de çok iyi biliyorum ki o naif ve nahif yürekleriyle görev yaptıkları her yerde aynı ya da benzeri acıları çekiyor bu ülkede.

Ben sadece okuyun derim. Sarışın ve Kara sadece iki renk değil bu kitabın içinde.
Kitaptan ne bir alıntı koyacağım ne de ip ucu kimdir bu kitapta anlatılan şair diye.

Herkes kendi arayacak şairini ve kitabı okurken bulacak izlerini.
Herkes kendi bulacak yazanın dilindeki, okurken kendi içinde dönen hiç yazılmamış şiirleri.

Gebze, 1.12.2019, Ünsal Çankaya.

( Kitap hakkındaki özet bir tanıtım yazım 2 Ocak 2020 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki içinde yayınlandı.
Bundan daha uzun olan ilk hali ise Gerçek Edebiyat com sitesinde.
Bu aynı yazının özetten büyük, ama en uzun halindeki kimi cümlelerin olmadığında nasıl olacağına bir bakış ve belki de kendime daha kısa anlatmaya çalışsan daha iyi olacak diyen bir yazı kısaltma, bir anlamda fazlalıklara kıyma denemesidir.)

Afyon Kültür Sanat com, 24.8.2020.