Translate

gerçek edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gerçek edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BU ÖLÜME ŞİİR DEĞİL!

 Ali kardeşimin gidişinedir,
Yattığı yer uçmağ olsun diyedir.

BU ÖLÜME ŞİİR DEĞİL!

Bu gidişle sözüm tükendiğinden,
Ağlamaktan özüm tükendiğinden,
Yaşlanmanın kitabıdır yazdığım.

Yaslandığım dağlar yıkıldı hepten.
Yaslanmayıp ne'tsin şu deli gönlüm?
Yaşlanmayıp ne'tsin şu iki gözüm?

Çarpına çırpına yoruldu dizim,
Yetmiyor kendime yarım nefesim,
Kanat çırpmayaysa kalmadı özüm.

Göç mevsimindeymiş canım kardeşim.
Kalbimdeki kuşun kanadı kırık,
Köyümün toprağı yüzünde şimdi.

Gebze, 13.2.2024, Ünsal Çankaya.
Gerçek Edebiyat com, 28.2.2024

HORONDAN HALAYA

 HORONDAN HALAYA

Dağların doruğuna sensiz mi çıkacağım,
Alıp da yüreğimi güneşe kaçacağım!
Ah leyli leyli yar, ah leyli leyli yar!

Bir bulutun üstünde seninle uçacağım,
Dolanıp kollarına, sarılıp yatacağım!
Ah leyli leyli yar, ah leyli leyli yar!

Ege'de doğdum ama Karadeniz’i gördüm,
Gercüş’te buluşmaya tesadüf dedi ömrüm!
Ah leyli leyli yar, ah leyli leyli yar!

Güneydoğu sıcağı karıştı kalbimize,
Askerliğe giderken geri dönemem sandın!
Ah leyli leyli yar, ah leyli leyli yar!

Nasıl inandın buna nasıl aldandın bilmem,
Sensiz yaşamadım ki seni de alacağım!
Ah leyli leyli yar, ah leyli leyli yar!

Halaya baş olmaya, ömrüne düş olmaya,
Söz verdim kalanında ömrüne eş olmaya!
Kış bize uğramasın, sen de yavaşla ey yar!

Gebze, 21.1.2006, 2024, Ünsal Çankaya
Gerçek Edebiyat com, 26.1.2024


ÇELİŞKİSİZ ÇELİŞKİ

ÇELİŞKİSİZ ÇELİŞKİ

"Oy benim özgürlüğüm, savaşım senin uğruna,
Bir ömür yalnız sana köleyim!" demişim yıllar önce,
Fakülte günlerimde. Ders kitabımda buldum.
Kölelikten söz ederken yalan mı söylemişim,
Tüm çevremiz bağlıyorken kurtuluş yollarını,
Özgürlükten söz edişim çelişki değil de ne?

Cila çeksem faydası yok iyi sıfatlarımla,
O bağları çözüp geçmek kılıç mı istiyordu,
İskender'in kördüğüme ettiğini etmek mi?
Mutluluktan payım yoksa akan gözyaşım niye?
Birey oldum yasalarda, bir eş oldum, bir anne,
Üstüne bir de yargıç, hepsi ayrı mahpusluk!

Başkasına suç yüklemek kolaylar kurtuluşu,
Yine de kabahatin hepsi bendedir gözüm!
Gardiyanıydım hepsinin hükümlü olan bendim.
Kararlarım hep kesindi, infaz yapanı kalbim!
Her durumda çarpıyorum hücre duvarlarıma,
Çığlığımsa kelepçeli, bakma sayhalarıma.

Oy benim özgürlüğüm devranın çepeçevre,
Ne semazen oldun güce, ne de oldun pervane.
Ömrümün son baharında salıverirsem kendimi,
Kırık umutlarım için kal yitik düşlerimde!

Gebze, 6.11.2006 - 2023, Ünsal Çankaya
Gerçek Edebiyat com, 5.12.2023

HAYDİ İNSAN KALMAYA

HAYDİ İNSAN KALMAYA!

İnsan olarak doğduk ya insan kalmak emek ister, aşk ister.
Emek ise yürek ister insandan, yanılmayan, yenilmeyen hırslara.

Aşkla yaşanmalı elbet, aşk eksikse her şeyinden eksiktir insan dediğim,
Eksik kalan yanlarını iyilikle tümlemeden artırıyorsa tamahı çoktan yenilmiştir ama.

Gökyüzünde uçan kuştan, evcilleşen her canlıdan, ağaçlardaki meyveden,
Öğrenmiyorsa o insan yaşamak bölüşmek diye, topraktaki bereketten.

Hem yaşamak hem yaşatmak doğasını zorluyorsa,
Henüz tam değildir insan, yarımıysa fazlaca ham.

Umudun acı meyvesi düşlenenin iğnesidir,
Kanatır gerçekleşince, zehirler çok tüketince.

Unutulur şey değildir bir kez açıldıysa yara,
Dokunsan da kabuk tutar dokunamadan baksan da.

Her yarayı insan otar sevgisiyle, aşkıyla,
Haydi insan olmaya der ateşi yakan kavıyla.

Ürettiğimizde dünya, bölüştüğümüzde sevda,
Haydi davran, üşenme der, çabala insan kalmaya!

İnsan olmak arzu ister emek ister gürz değil,
Başarmaya zorlu çaba, çabası kârsız değil!

Gebze, 1.3.2022, Ünsal Çankaya
Gerçek Edebiyat, 9.11.2023


YAŞARKEN ÖLÜNMESİN

YAŞARKEN ÖLÜNMESİN

Bir kuru dal gibi kalakalırsın, yitenin ağacın, kökünse eğer,
Sararır, gazele döner, yanarsın, hazanda dökülen yaprak misali.

Dağını kaybetmiş kar gibisindir, çağını kaybetmiş bir ömür gibi,
Yetmez teselliye dünya dilleri, bağları bozulan güle dönersin.

Bazen yaşıyorken ölür büyükler, yiter bellekleri, görmez sevgiyi.
İncinir yüreğin, gidişine mi, seni mutsuzluğa terk edişe mi?

Acısı ölümle eşit değil ki, unutulmaz bu nedenle kederi,
Ah babam, ölmeden unutuverdi, anıları yitti, öldürdü beni!

Gebze, 19.1.2006, Ünsal Çankaya.
17.10.2023, Gerçek Edebiyat.com


HİÇ İYİDİR ASLINDA

HİÇ İYİDİR ASLINDA.

Bir hiç güncesi olur mu insanın?
Olur. Var benim. Ara ara hiç yaptım, hiç yazdım, hiçliğin de tarihi okunsun diye.
Sonra üşenmedim, bir araya getirdim hiçlerimi.
İlkini emeklilik sonrası yazmıştım, onu başa alarak başladım derlemeye.

Hiç.
'Hiç!' dedim 'Ne yapıyorsun abla?' diyen genç meslektaşıma.
'Hiç olur mu hep!' dedi, 'Artık biraz başka şeyler yap, ciddi bir iş düşün, olmazsa otur dilekçe yaz!'
'Yoksa altın günlerine mi katılmaya başladın, komşularla börek-çörek, çay, muhabbet filan?'
Yahu kardeşim, emekliyim ben, hiçten daha güzel yapılacak ne var ki?
Çalışacak olsam emekli olmazdım ki zaten...

Arada sokağa çıkıyorum; sokakta tesadüfen karşılaştığım dostlarla merhabalaşıyorum.
(Dün banka sokağında Hüseyin Alemdar ve eşi ile karşılaştım örneğin, ilk kez yüz yüze denk düştük üstelik onun deyimi ile bu 'yok şehir' de ve sanki hep aynı sokakta karşılaşıyormuş gibi ' merhaba' sonrasında 'görüşürüz' diye ayrıldık.)

Arada siparişim kitapları almaya kitapçıma gidiyorum. Genel dağıtımdaki birkaç aylık ya da iki aylık süreli dergilerimi alıyorum. Dün dört dergi aldım örneğin. Bir de benim kitaplığıma uygun düşüp, yerini bulacak diye benim için ayrılmış bir kitap aldım. Berkant Çolak' a ait MÜBADELE isimli, şiirlerle mübadil fotoğrafları alt başlıklı bu kitap ve benim bu kitapla mutlu olacağımı düşünen bir kitapçımın varlığı inanılmaz mutlu etti beni.
2005 baskı kitaptaki fotoğraflar ayrı güzel, şiirler ayrı güzel, şairler hepsi özeldi. Kimi doğrudan fotoğraf için yazılmıştı şiirlerin, kimi o fotoğrafa uygun düşen şiirlerdi. Hele bir şiirle karşılaştım ki burnumun direği sızladı, içim cız etti. Seyhan Erözçelik Bartın ağzı ile yazmıştı bir fotoğrafa şiirini. Benim iki yılımı mesleğin başında, tek başına ve çok yoğun çalışmama karşın çok da güzel dostluklar edinerek geçirdiğim, o zaman ilçe olan Bartın'ın birçok yeri kadar o doğal şivesini de özlediğimi anladım ve Bartın üzerine yıllar sonra bir kez bile sohbet edemeden Seyhan Erözçelik'i kaybetmiş olmanın üzüntüsünü duydum.

Bir öğle yemeği saati, mesailerine zarar vermeden sevdiğim meslektaşlarımla beraber oldum. (Bu da dün oldu.) İşte bunlar iyi, iyi hissediyorum bunlarla, bırak, sürsün iyilik. Hayır! Şeytan diyor ki 'başka bir iş yap deyin, mutsuz olsun sizlerle bir araya geldiği ve biraz mutlu olduğu için!' Uymasana kardeşim şu şeytana, bak ablan ' böyle iyiyim!' diyor her defasında sana. Niye iyi olmayabileceğimi düşünüp kuruyorsun kafanda?

Hayır anlayamıyorum, niye illa ki bir şey- yani bir başka ücretli iş- yapmam gerekiyor, kitap okumam, bir şeyler yazmam ve kendim için dinlenmem niye uğraş görünmüyor kimseye?
Durup durduğum yerde hiçbir şey yapmamam bile sanki göze mi görünüyor ki?
Böyle iyiyim. İyi. Bunda bir kötülük görmüyorum ben.
İyi olmanın neresi kötü olabilir ki?
Hiç işte!
Hiç.
Gebze, 3.12.2013.

HİÇ yapalı ya da hiçbir şey yapmayalı iki yılı geçti.
İyiyim böyle.
Artık huzurum da biraz daha çok.
Kendim oluyorum her geçen gün yeniden, kendime bile yenilmeden.
Çünkü hiç olmazsa hiçbir şey yapmama özgürlüğü var insanın.
Yazıyor, okuyor ve düşünüyorum. Yemek yiyor, kendim yapıyorum yine. Ev işlerini de yine ben... Canım istediğinde yine. Sağlıklı kalmaya çabalamak yoruyor sadece. Gebze, 3.12.2015

HİÇ yapmaya devam...

Üstelik artık haftada bir ya da iki tiyatro ya da konserler için gece bile çıkıyorum dışarı.
Okuduğum kitapları saymıyorum... Yazdıklarımı da. Artık yayınlananlar için bile sayım yapmayı bıraktım... Dergilerini biriktiriyorum sadece, ileride bir gün kitaba dönüşmek isterlerse...yayımlanmış halleri derli toplu olsun diye elimde...

Arada dikiş yapmaya devam...Çünkü elime iğne saplandıkça unutmuyorum ata sözünü ve umuyorum saf saf, çuvaldız da sahibine saplanmalı artık diye...
Oysa umurlarında bile değil bizi güne getirenlerin her şey...
Oy alırken de onu kullanıyorlar, sorumluluktan kurtulurken de...

Ülkede ölene kalana ağlamaktan yoruldum... Artık her işin sorumlusu olan -ben değilim sorumlu tutan- kader deyip, fıtrat deyip işin içinden sıyrılan iktidarın yetkilileri- Tanrı'ya madem ki her işi sana havale ediyorlar bari garibanlara acı diye sitemle bekliyorum.
Sonrası…
Hiç...
Ama hiç değil!
O kadar iç acıtıyor yine de... Gebze, 3.12.2016

İşte bu ilk "HİÇ" sonrası yazılan "HİÇ"  bir dergide yayımlandı... Gebze, 3.12.2017

"HİÇ!

Hiç.
Yine hiç diyorum, öyle denmeli çünkü. Hiç.

Ne düşünüyorsun diye soran bir sanal dünya; sana ne demiyorum ona.
Onca önemim var belki, belki niyeti başka ama işte düşüncemi merak ediyor ve soruyor hiç değilse, doğrudan.
Ama yanıtım yine hiç.

Bir kez daha hiç demiştim ona, yine aynısını söylüyorum, anımsamalı çünkü, biliyor anımsamayı, anımsatıyor üstelik bana, her gece, yeni güne geçişte.
E, hiç tabi, hiç, ne düşüneceğim ki hiçten başka Eylül'de?

Yakınlığım tırnak içinde artık.
Adıma yazılan mektup adresime gelmiyor.
Paranteze sığıyor tarihim sayılanlar.

Eylül'dü.
Hep birlikte yaşadık.
Bana sadece benimki kaldı.

İyi ve kötü herkesteki kadardı, ömrümden ömür çalındı, ömrüme ömür kattım.
Sonra baktım ki Eylül diye yaşananlar kalmadı.
Yaşım bile Eylül'e ait değilmiş, yaş almam da, yaşlanmam da.

Madem bunca yanılsama var, yanılmadan yaşadıklarımdan öyküler çıkarmalıyım.
Günlük tutmadım, anılar için yanılma payım var, ölçüsü elbette kendi belleğimin izni, kalbin ikrarı kadar.
Öznellik elbet olacak, kurgu gereken kadar
.
Kaç Eylül daha geçer bilmiyorum...
Çünkü artık sonbahar.
Kaç Eylül anımsarım yaşanan güzellikleri...
İçinde yargılar, sınırlar olan, olmayan öyküleri daha ne kadar yazarım hiç bilmiyorum...
Çünkü ömrün de bir sınırı var, sabrın da, sevginin, özlemin de...

Sonra unutuveriyor insan...
Her şey unutuncaya kadar var.
Oğlunu, kızını, karısını, kocasını, anasını, babasını, bacısını, kardeşini, beslediği hayvanlarını, suladığı çiçeklerini, kullandığı eşyalarını, hobilerini, fobilerini, onları sevdiğini, sevmediğini...
Neye kırılıp, neye alındığını, ne zaman sevinip, niçin gururlandığını...
Acısını, sevincini, korkularını, hastalığını, sağlığını...
Unutuveriyor bir gün.

Hepsi sadece yaşarken ve ancak anımsarken ve elbette paylaşılırken anlamlı, önemli, değerli.
Bellek varsa var paylaşılan, paylaşıldıkça can yakan, acıtan, sevindiren, ağlatan, mutlandıran...
Hepsi belleğin gücüyle oranlı, iç ve dış sansürün sınırıyla bağlı, kimi anımsansa bile yazılması, paylaşılması olanaksız yüzlerce an, insan, eşya, bitki, hayvan...

İnsan işte! Bugün var, yarın yok.
Bugünü gerçek, yarını yalan, dünü ise sadece anımsanan.
Bir nokta kadar hükmü insanın. Bir ünlem kadar.
Noktadan, ünlemden öncesidir ömür diye adlanan.

Anımsanan kadardır cümle diye kurulan, öznesi, yüklemi olan. İşi, eylemi olan, zarfı, tümleci olan.
Devrik de olabilir, düz de, dik de olabilir, eğik de, bir çığlık gibidir kimi zaman, bir ıslıktır belki şarkılanan, uyandıran, uyaran. Anımsadıkça tamamlanan.
.
Kimi kez yarım kalır cümle, kimi kez susturulur insan, susar ya da bilerek, ömürdür ıskalanan.
İnsan her halini anımsar, anımsamalıdır da; çünkü anımsanan kadardır yaşam, insan o zaman insan.
Çünkü insan anımsadığı kadar var, unuttuğu kadarı yaşama sayılmayan. Gebze, 13.9.2015 (HUKAB Dergi, Temmuz-Eylül 2015. Sayı:14.)"

Sonrası da hiç!
Bana destek için değil kendi meraklarını doyurmak için soranlar beni çoktan unuttu.
Ben kendimce hiç yapmaya devam ediyorum.
Peki onlar?
Gittikleri, yaşadıkları, çalıştıkları yerlerde hiç yapmayı öğrendiler mi?
Hayır...
Çünkü hiç yapabilmek büyük bir fedâkarlık ister dünya hırsından.
Ben olmak kolay değil, bencil olmak dururken. Gebze, 3.12.2022

Yıl 2023. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı. Eylül bile bitmek üzere. 
Bir kışa daha gireceğiz.
Azıcık güneş aldım tarlalardan elimle domates biber toplarken.
Yıkayıp, doğrayıp kaynatırken düşündüm.
Ne yapıyorum ben? 
Hiç! 
Kavanozlar dolusu hiç!
Bu kış da bahara dek dayanmak için. Doyunmak için.

Turşu yapmayı zaten biliyordum, konserve yapmayı da öğrendim yani, birkaç yıldır artıyor çeşitleri.
Kavanozlar bu sonbahar da doldu soslar ve turşularla, bölüşülecek oğulla, kardeşle.
Boş kavanozlar gelecek onlardan, birikecek evimde... 
Bu döngü kısır belki ama sürecek, biliyorum.
Ömür oldukça!
Ya... Artık yaş kemale erdi. Yaşıtım kuzenlerden ölenler de var, okul arkadaşlarımdan da.
Artık sadece sağlık olsun diyorum... Gidince bir tek o gelmiyor geri. Sonrası... Hiç!

Gebze, 26.9.2023, Ünsal Çankaya.
Gerçek Edebiyat com, 27.9.2023

UNUTTUM MU?

UNUTTUM MU?

Unutmak yalnızca sana mı özgü,
Önce belleğindi giden, sonra sen gittin,
Bir hoşça kal kızım bile demeden!

Ne çok şey unutuyorum bilsen ne çok şey,
Sözcükler çıkmıyor koyduğum yerden,
Belki de aklımdır peşinden yiten.

Baba sana hoşça kal demiş miydim ben?

Ağıt mı? Bir kez yaptım, üstelik yoktun evde,
Sensizlik gecesinde uykusuzluk yapışıp kaldıydı gözlerime.
Çok ağladım sonra çok, ağıtsız ve sessizce!

Biliyor musun unutuyorum bu aralar, günleri bile.
Daha dündü diyorum, eminim, babamla görüştüydük,
Anılar boyu dolaşıp, avuçlar dolusu güldüydük kendimize.

Ağlamak gelip giderken kalbimize, ağrıdı karnımız gülmekten, yeter,
Yeter kandırdığımız kendimizi, bak, çürüdü dizlerimiz dövünmekten,
Kırıldı düşlerimiz, sensiz kaldıklarını öğrenemeden.

Baba sana hoşça kal demiş miydim ben ?

Gebze, 1.9.2007, 2023, Ünsal Çankaya
23.8.2023, Gerçek Edebiyat com.


BUĞDAY KONUŞMANIN ZAMANI ŞİMDİ

 BUĞDAY KONUŞMANIN ZAMANI ŞİMDİ

Önce bir şiir okuyalım. Sanal dünyadan kopyaladım. Yazım hatası yoktur diye biliyorum anımsadığımca.
Sonrasında niye okuduğumuzu ve niye hep okunması gerektiğini anlayacağız.
Hani ülkemiz bir tarım ülkesi diye biliyorduk ya biz… İşte bu şiirler o bilginin fotoğrafı.
Doğruydu bilgisi ülkemiz için.
Ne zaman ki bu bilgi artık ülkemizi tanımlamaz oldu ve buğday ithal eder hale düştüysek işte bizi o hale düşürenler de Ahmed Arif şiirinde belgeli…
Şiir tarih yazanların korktuğunu-yazamadığını- da yazar derlerdi. İşte kanıtları.
Bir Attilâ İlhan şiiri.
İlk kez Ben Sana Mecburum' da ve Memleket Havası başlığı altında yayımlanmıştır:
“MUSTAFA KEMAL'İN SOFRASI
yarın akşam gelin dedim ya
yırtık pırtık gelin zarar yok
üç işimin biri barış
biri dünya
biri de sizsiniz dedim ya
yarın akşam gelin
ama mutlaka gelin
buğday konuşacağız
siz yukarı çiğli'den misiniz
o nasıl şey
demek gözleriniz ışık tutmuyor
ellerinizi bir sattınız bulamıyorsunuz
bu evleri böyle tutan siz misiniz
o nasıl şey
insan gözlerine inanamıyor
sofraya buyurun sofraya
belli yorgunsunuz
peynir kestim sucuk doğradım
günbalı erittim bakın ya
içinizi ısıtırsınız
su içersiniz
sofraya buyurun sofraya
buğday konuşacağız
benim sizi bir görmüşlüğüm var
dur dur nereden bileceğim
ayvansaray'da dokumacı osman mı
hani geceleyin şarabını içtiğimiz
osman değil mi yanlışım mı var
öyleyse dur sebat matbaasından ibrahim
gözü daima tok karnı daima aç
gördün mü nasıl bildim
ibrahim gel ellerini silmeden gel
bu cıgara senin bu minder senin
ibrahim gel buyur sofraya
gel dedim ya
buğday konuşacağız
ragıp saatin kaç saatin
unutma dokuzda ajans dinleyeceğiz
demek yine kitapların ellerinden tutuyorsun
şiir deyip daldığın oluyor roman deyip daldığın
yine çocuk bahçesinde mor salkımlar uyanıyor
üniversite kitaplığında büyük kitapların
bu sabah haydi hegel'i okuyorsun
st-simon'u yarın
ragıp saatin kaç saatin
beyazıt meydanı'nda fıskıyeler davrandı mı
haydi gel sahaflar çarşısı'na uğra da gel
unutma bir tutam ışık getir sofraya
bir avuç fikret getir bir yürek dolusu mustafa kemal
kalpakları tozlu paşaların çığlıklı gözlerinden
bir tutam kuva-yı milliye mavisi
bir avuç umut getir dedim ya
en iyisi
sofraya buyur sofraya
buğday konuşacağız
akşama yarın akşama gelin
işte gelin hepinizi bekliyorum
siz de gelin pamuk halkı tütün milleti
hemen öylece gelin yabancı mıyız
ağrı çobanları sizi de beklerim
raman sen de gel çocuklarını da getir
soframda şenlik olsun içim açılsın
siz olmadınız mı yalnızım yadsıyım yabancıyım
siz yok musunuz varlığım ne kelime
yarın akşama gelin
ama mutlaka gelin
buğday konuşacağız"
Yine sanal dünyada bu şiir üzerine bir yazıdan alıntılar yapayım da anlayalım niye önemli bu şiir.
“ Kaptan'ın Erzincan'daki askerliğinde yazdığı şiirlerdendir bu şiir. Bakın kendisi ne diyor şiir hakkında:
"Memleket havası şiirlerinin bileşimi, belki de Mustafa Kemal'in Sofrası şiirinde verilmek istenmiştir. Dikkatli bir göz, hemen görür ki, ozan, köylüleri, işçileri, aydınları, 'Mustafa Kemal'in Sofrası'na, yani yeni bir 'Kuva-yı Milliye'ye çağırmaktadır."
Hiç şüphesiz, Kaptan'ın köylüleri, işçileri ve aydınları "Mustafa Kemal'in Sofrası"na "buğday" konuşmaya çağırması boşuna değil; zira, o biliyor ki, Türkiye'deki yapıcı güç, soyut olarak değil, somut olarak bu halktır, Kuva-yı Milliye işte bu halkı harekete geçirmiştir; onu harekete geçirebilmekse, ancak "üretimde ve kültürde" onunla bir ve beraber olmakla mümkündür...
"yarın akşama gelin
ama mutlaka gelin
buğday konuşacağız" diyor alıntı, şiirdeki en önemli vurguyu sona koyup, tekrar okuyun da aklınızda kalsın diyor ısrarla.
Doğduğum şehirde, 1976 yılında, lise sondayım. Halk Eğitim Merkezi tiyatro salonundayız. Tüm sınıflar orada. Jüri diğer liselerin Türkçe ve edebiyat öğretmenlerinden oluşuyordu galiba.
Okulumuzun 'Şiir Okuma Yarışması' var. Bu şiiri okuyor ve birinci oluyorum. Kürsüye bir kez daha çıkıyorum okumaya. Ayni alkışlar hâlâ kulaklarımda.
1960 yılında ilk basımı yapılan kitabın bende kaçıncı baskısı vardı bilmiyorum, ancak kapak Dost kitabevinin o mavi desen çizili kapağı değildi, eminim.
Bu şiiri kendim seçtim. Aslında daha başka bir şiir okuyacaktım ama öğretmenim "bu denetimden geçmez" dediydi. Demek ki düşüncelerimiz için 'tek yön' seçici kurul o zaman da özgürlüğe karşıymış... (O şiiri şimdi anımsamıyorum, Nazım'dandı, ama hangisiydi?)
Neyse... Okuduğum şiirin teması o kadar güzeldi ki onu seçtiğim için de hiç pişman olmadım.
Şimdi de tam zamanı değil mi buğday konuşmanın...
Kıtlık dünyayı tehdit ederken, savaş halindeki bir ülkedeki buğday uluslararası uzlaşma ile ihtiyaç olan yerlere ulaşabilsin diye bir gemi ile yola çıktı ve bugün İstanbul'da demirleyecek gemide denetlenecek o buğday...
Sonra... Açlık belki ötelenecek... Ancak insanların yaşama hakkı için sağlıklı ve ucuz beslenme dışında barınma ve ısınma ihtiyacı var... Onlar için de sıkıntılı dünya, özelinde ülkemiz...
"Fırsatçıya, fesatçıya, hayına" meydan vermemek için de Ahmed Arif şiirlemiş zaten olanı, olması gerekeni;
Anadolu
Beşikler vermişim Nuha
Salıncaklar hamaklar
Havva anan dünkü çocuk sayılır
Anadoluyum ben
Tanıyor musun
Utanırım
Utanırım fıkaralıktan
Ele güne karşı çıplak
Üşür fidelerim
Harmanım kesat
Kardeşliğin çalışmanın
Beraberliğin
Atom güllerinin katmer açtığı
Şairlerin bilginlerin dünyalarında
Kalmışım bir başıma
Bir başıma ve uzak
Biliyor musun
Binlerce yıl sağılmışım
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı seher sabah uykularımı
Hükümdarlar saldırganlar haydutlar
Haraç salmışlar üstüme
Ne İskender takmışım
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler gölgesiz
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım
Görüyor musun
Nasıl severim bir bilsen
Köroğlunu
Karayılanı
Meçhul Askeri
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini
Sonra kalem yazmaz
Bir nice sevda
Bir bilsen
Onlar beni nasıl severdi
Bir bilsen Urfa da kurşun atanı
Minareden barikattan
Selvi dalından
Ölüme nasıl gülerdi
Bilmeni mutlak isterim
Duyuyor musun
Öyle yıkma kendini
Öyle mahzun öyle garip
Nerede olursan ol
İçerde dışarda derste sırada
Yürü üstüne üstüne
Tükür yüzüne celladın
Fırsatçının fesatçının hayının
Dayan kitap ile
Dayan iş ile
Tırnak ile diş ile
Umut ile sevda ile düş ile
Dayan rüsva etme beni
Gör nasıl yeniden yaratılırım
Namuslu genç ellerinle
Kızlarım
Oğullarım var gelecekte
Her biri vazgeçilmez cihan parçası
Kaç bin yıllık hasretimin koncası
Gözlerinden
Gözlerinden öperim
Bir umudum sende
Anlıyor musun"
İşte bu dünyadan göçüp giden ustalardan el aldıysak günde, üretmenin, bölüşmenin şimdi yine zamanı.
Buğday konuşmanın da tam zamanı.
Aç kalmamak, yurtsuz yuvasız kalmamak, güvenli, barış içinde, adalet içinde, eşitlik içinde üşümeden yaşamayı başarmak için...
Harman zamanı.
Hasatı ambara eksiksiz almak, geleceğe borçlu kalmamak için...
Bu ülke bizim dediğimiz günlerle avunmak değil, bu ülke hep bizim demek, ekonomik, sosyal, kültürel baskılar, dönüşümler, demografik sorunlar yaşamadan...
Yaşamak için!
Gebze, 2.8.2022, Ünsal Çankaya. Geçek Edebiyat com, 2.8.2023

BİR KENTİ ÖZLEMEK

BİR KENTİ ÖZLEMEK

Durup dururken değil. Birden, bir türkü dinlediğinde.
Bir kent düşer aklına insanın. Gençliğimdi diyerek.

Aşı boyalı evler. Komşu eve ara kapı açılı evler.
Her pişenden bir tabak diğer komşuya o kapılardan geçer.
Parke taşı döşeli dar sokaklar. Kediler, köpekler ve çocuklar.
O sokaklarda hepsi kaygısız yaşar, sevgiyle taşar.
O sokakta duyulur eve dönen babanın ayak sesleri.
O sokakta unutulur annenin eve çağıran sesi.

Sokakları insan kokan, yaşamak kokan, sokağında anılarım yoğrulan kent.
Öyle bir kent ki; insanca yaşanır, insanca ölünür faytonların şıkırtısında.
İlle de kalesi... İlle de...
Kalesinde insana dilek tut diye çağıran kulesi, kulede hıdrellezi.
Kalenin eteğinde çiçeğe duran ağaçları.
Ağaçların Mayıs'a zor yetişen çağla bademi...

Özlenmez mi?
Özlüyorum kentimi, gençliğimi, sevdiklerimi.
Kentimin ezgilerini, çocuk sesimizdeki sevinci, türkülerini.

‘Karahisar kalesi yıkılır gelir’  der demez ilkinin ilk dizesi...
‘Ver elini karlı dağlar aşalım, bayramlaşalım!’ derken nakaratı,
(Anlamlıydı eskiden, bayramlaşmaya değecek insanlarım hep sağdı)
Yüreğimde ılgıt ılgıt dağ seli...
Sonra girerim evlere bir başka türkü ile, efelerim hüzünlerle çakılır!
'Hezin hezin gir kapıdan!' der demez söyleyeni,
Efelenen yüreğimle ırgalanır, dalgalanır, davranıp duruşları.
‘Emirdağı birbirine ulalı’ dediğinde çağıldayan son türkü…
Yaylalara çıkan çocukluğum şaşar kalır ezgiyle.
Tanırdı türkü yakanı, gardiyan Kâmil'di adı ve babamın dayısıydı.

Ah çocukluğum ah şaşma!
Dönülmüyor gerçeğine sen anılarından kaçma!

Dönülebilseydi bir kez, buluşsaydım o yaşımla,
Avunur muydu gönlüm atalarım  yok olsa da...

Olmaz mı? Olurdu belki, bak türküye, nakarata...
Çağırıyor sevdalıyı, umutsuzluk yasak diye.
'Yayladan gel mühür gözlüm, yayladan' der demez,
Kesme diyor umudunu, kesme sakın sevdadan,
Kavuşturur elbet bir gün,
'Kesme umudunu kadir mevlâdan!'.

Gebze, 2.1.2014, Ünsal Çankaya.
18.7.2023, Gerçek Edebiyat com.







MAZDAYASNA

MAZDAYASNA
(Ateş duası)

Pervanelikten
Usanmayan böcekler
Dönüp dursa da
Ateş altında.

Yanmasın diye
Buzdan hırkalar örsek
Derviş olana.

Buz dağlarının
Volkan olup alevi
Çabalayıp aksa da
Yaksa bakanı.

İnsan yakanı yaksa,
Seyre duranı yaksa,
Dokunmasa ateşin
İçine atılana.

Yetinmese akmakla,
Emri vereni yaksa.
İyilere kan zulüm
Olmasın diyen dua
Kazandığında.

Cehennem köprüsünde
Kanat takmasa
Kötü olana
Ahuramazda.

Korurdu tanrı
İnsanını insandan
İnsanın şiddetinden
Mazlum olanı.

Gebze, 8.3.2012, 2023, Ünsal Çankaya

(İnsanlık ateşi bulduğunda medeniyete doğru yol almaya başladı.
Yazı ile yaklaştı ve sözünün, şiirinin, resim ve müziğinin en bilinen örnekleriyle insan insanlaştı.
Ama tarihte bir gün, rantın, egonun ve gücün bencilliği ve saldırganlığı buluştu ve Amerika'da direnen 117 kadınla başlayan insan yakma dünyanın çok yerinde devam etti, ediyor.
Bizdeki en acı örnek Madımak, otuzuncu yılında ve hâlâ yanıyor içinde semah dönen gencecik canlarıyla.
İnsanlar artık yanmasın, yakılamasın diye... Ateş eskisi gibi insanı medeniyete ulaştırsa yeniden.
Ve insan insanlığından -artık- utanmasın diyedir dua.)

Gerçek Edebiyat com, 1.7.2023

HAZİRAN SICAK DEĞİL

 HAZİRAN SICAK DEĞİL

15-16 Haziran direniş demekti,
Sıcaktı, emeğin teri akıyordu asfalta.
Emek ekmeğini yiyormuş gibi mi yapalım şimdi,
Başını dik tutana iniyorken sopalar.

Haziran yaz demekti, meyvesi, hasadıyla.
Yaz gelmeden gelmiş gibi mi yapalım yani,
Henüz bahar bile olmadı bu yıl,
Yağmurlar, seller yüzünden ürün mü var tarlada?

Haziran babam demekti, gülen yüzü, bakışlarıyla.
Aylardan haziran, gün ise pazar, üçüncüsü üstelik,
Babamız sağmış gibi mi yapalım yani,
Babalar gününü kutluyorken babası sağ olanlar,

Ama üç gün sonraya en uzun gün diyeceğiz elbette.
Doğduğum için değil, doğa öyle kurdu diye çarkını.
Günler kısalmaya başlayacak ve her gece,
Kavuşmak istiyor mu diyelim gündüzle eşitliğe,
Uzayıp gidiyorken bir aralık gecesi yenilmeye.

Gebze, 18.6.2023, Ünsal Çankaya.
Gerçek Edebiyat com, 18.6.2023

DOĞA YASASI

 DOĞA YASASI

Doğa dört mevsim
Bağrındaki canlılar
Yaşasın ister.

Irmakları gür
Ormanı bin bir çiçek
Tutuşu ondan.

Havayı temiz
Toprağıysa verimli
Kılışı ondan.

Tamahımız olmasa
Bozulmazdı dengesi
İnsan eliyle.

Güzellik üretirdik
Kurşunlar değil.

Bir tutam otla doyup
Kıymazdık diğerine.

Ne av ne avlak
Gerekmezdi az ile
Yetinebilsek.

Dağları dara
Çeviren avcı ölsün
Ceylanlar değil.

Suya inen maralın
Aynasıdır yarası.

Gebze, 15.3.2017. Ünsal Çankaya.
Gerçek Edebiyat com,  10.6.2023

YURTSAMA

YURTSAMA

Yurt bir gün dönülüp gelinecek yer,
Çocukluğun saflığı, umutlarıyla.

Yaşam…
Ölümü de imleyen doğuş bilinci.

Kederin sonsuz ırmağı
Gözyaşlarımız.

Gurbet...
Başka kent, başka ülke.
Sıla özleminin hiç dinmediği.

Ömür fillerin ezdiği bir avuç çimen,
Ekmeğimiz, aşımız, yalnızlığımız!

Gebze, 13.7.2017. Ünsal Çankaya.

Gerçek Edebiyat com, 15.5.2023


EN İYİSİ

"İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine." Edip Cansever

EN İYİSİ

İnsan bu, dipsiz kuyu, insanlıksa umduğu,
Bazen yüzüne bakar ağlar, bazen içine.
Bir ağlatanı varsa hele, değme,
Durmaksızın ağlar nice ağlama dense.

Bir dokunmaya bakar taşması, söz, göz, saz ile,
Bir türkünün nakaratı neşeyle yükselince,
Hoyratların aştığı dağlar delindiğinde,
Anımsattığı anlar her nereye çekerse.

Sevdiğini görse ağlar, görmeyince de,
Özleyince ağlar, yanındayken de.
Kavuşur ağlar, küser ağlar, barışır ağlar,
Acıya sevince karışır ağlar,
Su olmak isteğiyle!

İçindeki insanı susuz kalmasın diye,
Kovası da kendi olur, bardağı, çıkrığı da,
Irmağı da kendi olur, kaynayan pınarı da.
En iyisi çağladıkça içine akmasıdır,
İçindeki kuyusu doyana kadar.

İnsan bu, dipsiz kuyu, insanlıksa bulduğu,
Ağlar durur dolmak için, dolup bir gün taşmaya.

Gebze, 15.5.2012, Ünsal Çankaya
Gerçek Edebiyat, 3.5.2023


İSMİM EV HÂLİ


İSMİM EV HALİ

Kararlar veriyorum
Güzel Türkçeme kıyıyor hatalar,
Biri binin üstüne 'daktilo'dan meçhule!

Kararlar veriliyor
"Yazım hatası açık, mahallinde düzeltmek mümkün!" diye,
"Yer olmadığına kararın çizilmesine!
Gerçi tağyir, tağşiş edilmiş Türkçe, ama anladık işte!"
Ancak, bak bu kararda akıl almaz nedenlerim uymamış
Yasa hükmüne, işin özüne, öyleyse,
"Bu sebepten bozulup, çözülmesine!"

İtirazım yok, kime kimseye ısrarım!
Yok değil de, yok derdime çare,
Henüz bir 'ilâm' yok gerekçesiyle,
Niye doğdum, okudum, evlendim, çalışıyorum ölesiye!
Niye bir de şiir çocuk, yaşamak, yaşatmak üstüne!

Hâkimmişim! Peh! Bilirmişim özgürlüğü,
İnsanlığın temelinden üstüne! 
Neyleyim yaşamadıktan gayri gönül telimce!
Bildiğim, bu ülkede işten eve, evden işe,
Kırılmayan çizgimin kısır döneltisinde,
Var olmadığı, kendi yazgıma bile,
Hâkim olduğum evre!

Özgürlük hikâyem ne? İsmim ne? Ya cirmim!
Kadınım işte! Hüküm verilmiş, kesinlikle!
İn kürsüden işini bitirince, istikamet evine!
İsmin hâllerini boşuna öğrenmişim ilk öğretimde,
Yaşadığım ev hâli, biteviye.
Sorun yaşamayı düşlediğim ilk düşlerimde!

Gebze, 21.8.2006, Ünsal Çankaya

(Bir şiire dip not diye eklendi son dizeler;
Nisan 2023' te, hâl nedir sualinde,
Merak edene yanıttır, etmeyene hikâye.
Oğlu doktora bitirdi, eş devam hekimliğe,
Emeklidir on yıldır, astımlıdır üstüne,
Cumhuriyet yüz yaşında, ülke yeni seçimde,
Bu kadının yer seçimi olmayacak ölse de,
O yüzden edinmiyor toprağı tapu ile.)

Gerçek Edebiyat com, 16.4.2023

T-ARAFSIZ

T-ARAFSIZ

Bağımsız, bağlantısız olmalı ülke gibi,
Ülküsü olmalı insanın kendi içinde.
Tarafsız kalmalı yine de aydınlık olsun diye
Aklıyla koymalı yüreğini karanlığın üstüne!

Tarafsız olmalı doğruluktan yana sınır koyarken,
Düşüncelerinde netlik çarpılmalı bilimle.
Hem arafsız olmalı hem kesinlik silmeli ikircikleri,
Hakkıyla koymalı yüreğini karanlığın üstüne!

Rezil rüsva eylemeden kendini,
“Dayanmalı kitap ile, iş ile, tırnak ile, diş ile,
Dayanmalı umut ile, sevda ile, düş ile!"

Yürü ha yürümeli, yürü ha yürümeli,
Dizlerinde derman gözlerinde fer tükenesiye
Işık ışık bir yürekle yürümeli karanlığın üstüne!

Gebze, 26.8.2008, Ünsal Çankaya 
Gerçek Edebiyat com, 1.4.2023

GİZ DEDİĞİN GİZLİ DEĞİL!

GİZ DEDİĞİN GİZLİ DEĞİL!

"Gizli sevda" dilimizde nice yıl ezber olandı,
Platonik o sevdanın bin bir romanı yazıldı.
O sevdalar gözden göze sevgi sözleri taşırken
Gerçek yaşamlarımızda asla aşikar olmadı.

Yıllar sonrasında bile bilinirdi iç yüzleri,
Kim aşıktı kime ama mutlu sona varılmadı.
Öyle uzak öyle büyük hayaldi ki bu sevdalar,
Ya hiç karşılık almadı ya dengini bulamadı.

Yine de bir anlayana rastlanınca eski sızı,
Sor nasıl olduğunu der öğren sensiz yaşamayı,
Öğren ki unutmadıysa küller uçsun korlarından,
Unuttuysa sen de unut yakmasın kalbini acı.

Zaman geçti, çağ değişti, sevdalar dillere düştü.
Aşklar artık gözle değil, sözle değil dokunarak.
Fikrin fikre uyumunu, tenin cana uyumunu,
Kalp kalbe yaraşanını bulduğunda yaşanıyor.

Kimse kimseye sormuyor şimdi nasıl, nerde diye,
Sanal dünya gösteriyor nice ırakta olsa da.
Herkes buldu ilk aşkını, sonrasını, can yakanı,
Bildi herkes evvel neydi yahut ahirlik olanı.

Çarpıyorken kalpler aşkla, hayal ya da düş olsa da
Gerçeğiyle yalanıyla şiir oluyor yazınca.
Gizlemenin saklamanın yükü aşkı göçürüyor,
Kavuşulduğunda ise o sevdada giz kalmıyor.

Gebze, 15.3.2022, Ünsal Çankaya.
Geçek Edebiyat com, 17.3.2023.

AÇLIK

 AÇLIK

"İnşaat Mühendisleri Odası Antalya Şube Başkanı Soner Akdoğan, depremle ilgili değerlendirmesinde, “Toplum vicdanında ölmek, ölümlerin en onursuzudur” dedi." Ant Sanat Bahar 2023, altıncı sayıdan aldım cümleyi. "Hepimiz bu depremdeki sorumluluktan payımıza düşeni almalıyız." diyor sonra da.

Yazıya başlığı bu cümlenin anımsattığı bir yazar yüzünden, onun dünyaca ünlü kitabının adını verdim.

Sanal dünyada kitap hakkında yüzlerce değerlendirme var: "Açlık, Norveçli yazar Knut Hamsun‘un 1890 yılında yayımlanan ilk romanıdır. "diyor ilki: "O dönemde Norveç romanına egemen olan toplumsal gerçekçilikten kesin bir kopuşu simgeleyen eser, yeni bakış açısı ve coşkulu şiirsel üslubuyla Avrupalı yazarları derinden etkilemiştir. Eserde, yazarın gençlik yıllarında yazar olmak için verdiği mücadele etkileyici bir üslupla anlatılmaktadır. Roman, açlığı en korkunç derecede yaşayan bir yazarın öyküsüdür. Açlık kahramanın fiziksel ve ruhsal durumunu derinden etkiler. Knut Hamsun, bu hâli Açlık adlı eserinde ustalıkla anlatmaktadır." diyor devamla.
Bir başkası: "Okurken dizlerimizin dermanı kesilir, adı verilmeyen karakterin yerine karnını doyurmak için hırsızlık yapmak ya da parmağını yerken onu durdurmak isteriz. Çünkü metnin her sayfası bize gururlu bir adamın hikâyesini anlatır." demekte, hayranlıkla.

Açlığın insana neler yaptırabileceğini, umutlarla açlığa ne kadar dayanılabileceğini ve çıkar yol kalmadığında insanın hayallerinden vazgeçmeyi seçmek zorunda kalışını ve bu vazgeçişin bedelinin karın tokluğu olduğunu anlatıyor bence de...
Ama açlıktan öte insan olmanı gereği siyasal tutumların nelere mal olacağını anlatır yazarın sonu.
Şöyle diyor bir yazı bu konuda: "Hamsun için bir anlamda sonun başlangıcını siyasi görüşü hazırlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazileri desteklemesi, ülkesinin Almanya'ya karşı koymaması gerektiğini söylemesi ve rivayet olarak kalsa bile kazandığı Nobel madalyasını Hitler'e armağan etmek istemesi gibi etmenler nedeniyle savaş sonrası Norveç toplumunda Hamsun büyük bir prestij kaybına uğrar ve vatana ihanet suçlamasından ötürü rekor bir para cezasına çarptırılır. Tıpkı Göçebe romanında olduğu gibi bir yaşlılar evine yerleştirilir ve 1952 yılında odasının banyosunda ölü bulunur…"

Peki karın tokluğu her şey midir? Açlığın karşıtı mıdır doymak, insanca yaşamak önemli değil midir?
Bedenen beslenmek için ruhuyla da sonuna dek insan kalmayı başarmak değil midir insan olmak?
Böyle bir soruya yanıt bulma zorunda olmamak bile açlıktan iki adım, karın tokluğundan bir adım ilerde olduğumuzu anlatır bize. Şükredin deyip duranlara olduğumuz yer için borçlu değiliz ama niye bize şükür tavsiye edip durduklarını anlayacak yerdeyiz. Bireyiz çünkü, sorgulayabiliyoruz çünkü...

İnsan bu dünyada açlıkla terbiye edilmediği bir düzen hayali kurmuş, toklukla yetinmek zorunda bırakılmadığı bir dünyaya sahip olmuş ve olduğu yere onurlu bir kimliği taşıyabilmişse eğer o insanın hayalinin ilk adımı tamamlanmış demektir. Sonrası sürdürmek ve en sonu ardında bu ismi bırakarak ölmektir... Yani onurlu bir ölüm paha biçilmez bir mirastır ardımızda kalana.

Knut Hamsun için anlatılan anekdot pek yaygın yine sanal dünyada ve neredeyse ezberimdedir. 

1920 Nobel ödülü sahibi Knut Hamsun, ikinci dünya savaşı yıllarında, Nazi taraftarlığı ve propagandası yapıp ülkesinin işgaline zemin hazırlamaya çalışmış, sonunda Norveç işgal edilmiştir. Savaş bitip işgal sona erdiğinde son derece kırgındır halk bu büyük yazarına. Devlet yargılar. Norveçliler yetinmezler bu yargı kararıyla, ama ne hakaret eder ne bağırıp çağırır ne de intikam hissiyle saldırıya geçerler. 
Bir sabah, genç bir Norveçli, elindeki Hamsun kitabını yazarın evinin önüne bırakıp sessizce uzaklaşır. Bir süre sonra biri daha. Sonra biri daha, biri daha... Ellerindeki Hamsun kitaplarını yığarlar yazarın kapısına.  Böylece kendi yazdıklarından bir dağ oluşur Hamsun'un avlusunda. Bu zarif tepki, yaşlı yazara ömrünün en acı dersi olur. Pişman, mutsuz ve utanç içinde yumar hayata gözlerini.

İşte bu son her ülkede bir ders olmalı toplumun her kademesindeki tüm insanlara. Çünkü yaşam ve ölüm için seçtikleri yöntemler onurları için yaşayan insanlara miheng taşı oluyor. Protesto şekli ise önemli örnek, zaten medeniyet ölçüsü herhangi bir şeyi bireysel ya da toplu protesto edebilmek kadar etme şeklimiz değil midir biraz da? Elbette bu protestoları hazımdır da aynı zamanda.
 
“Toplum vicdanında ölmek, ölümlerin en onursuzudur” demiş ya mühendis Soner Akdoğan.
Knut Hamsun'un Norveçlilerin vicdanında ölümü bu cümlenin somutlanmış halidir.

Ülkemizde bu cümleyi somutlayacak nice insan var.  Arkalarında göz yaşı akmayacak...
Acı ile nasıl bunca yıl katlandık dedirtecek bu onursuza...Onursuzluğa. 

Tabi o cümleyi "Toplum vicdanında kabul yaşamların en onurlusudur!" diye dönüştürecek nice değerimiz de var ve iyi ki varlar, o iyi insanlar yüzünden dönüyor dünya. 

Gebze, 1.3.2023, Ünsal Çankaya.
Gerçek Edebiyat com, 1.3.2023



BANA ANLATMA ACIYI BİLDİĞİM SEVGİ DİLİ

 BANA ANLATMA ACIYI BİLDİĞİM SEVGİ DİLİ

Bana anlatma denizi, içindeyim, derinliği içimde,
Bilirim çağlayanları, erinmeden sürünürüm peşinde.
Dağları anlatma bana, anlatma, dağdağası dağılmıyor,
Birikiyor içime!

Nasıl çocuk kalınır anlat, öğrenmeliyim,
Nasıl çoğalır sevgi alınıp vermeyince?
Biliyorsan söyle, üretmek, bölüşmek bunca güzelken,
Kin niyedir, ekeni biçeni kim, geliri kazancı ne?

Sevdaları anlatma, en iyi bildiğim sevgi dilidir.
Ama anlat nasıl sığar yüreğine insanın,
Kan dökerek sevinme, yok ederek mutluluk,
Hiç mi üretmiyor onlar doğa bereketiyle?

Bana çiçekleri anlat, nasıl böyle renk ahenk,
Dünyanın her yerinde, apayrı türleriyle açıyorlar öylece?
Her mevsime bin çiçek açıyor da durmadan,
Kokuları mutluluk salıyor yüreğime?

Barışı anlat, ama barış dediğimizde ne gelmeli aklıma,
Niçin buluşmuyor ki arzusu yüreklerde?
Niçin büyüyor acılar barışsız ülkelerde,
Ölüm, ölüm haykıranlar niye bitmiyor söyle?

Niye vuruluyor yurdum, yarası savaştan değil,
Niye kalbimiz hep kırık, kırığı aşklardan değil,
Niye böyle acılıyız, elimiz kolumuz bağlı,
Öldük mü sanıyorlar ki kalkamaz mıyız ayağa?

Çok yanıp, çok yıkılsak da umutsuz muyuz ki anlat,
Çünkü iş yıkmakta değil, yapmak olmalı yurdumda.
Attilâ İlhan şiiri kalk ve diren demiyor mu,
Bu yurdu kuran Ata’mız rehber değil mi daima?

O barışı kurduğunda saray yapıp, keyif mi çattı,
Buğday konuştu her akşam yurttaşıyla, sofrasında.

Gebze, 26.12.2006, Ünsal Çankaya
Gerçek Edebiyat com, 17.2.2023

YAŞARKEN

YAŞARKEN

Sevincini al
Uçan kelebeklerin
Kanatlarından
Kalma geriye!

Bulutlarla bir
Uçabildiğince uç
Maviliklerde
Dönme geriye!

Güneşe dokun
Kederlerinden uzak
Gökyüzün olsun
Bakma geriye!

Ölüm kaygısı
Çırpınırsa aklında
Ömre ne gerek
Zamandan başka?

Sevincini al,
Bulutlarla bir olup
Güneşe dokun.
Ölüm kaygısı dediğin
Ölüme kadar, ölümden önce! 

Gebze, 26.3.2012, Ünsal Çankaya
Gerçek Edebiyat com, 2.2.2023