Translate

BENDEKİ EYLÜL

BENDEKİ EYLÜL

12 Eylül 1980-Ankara.

Bağcılar'da iki göz odadır ulaşımı kolay, olaylara uzak diye kiraladığımız gecekondumuz... Biz güzel ve güneşli günler geleceğine inanan dört umutlu çocuğuz. O çocuk hallerimizle okullarımıza gidip gelmekte, bırak ülkeyi dünyayı kurtaracak güçte hissetmekteyiz biraz daha can güvenlikli bir mahalleye taşındığımız için.

Bitişikte bu öyküde adı Huriye olacak bembeyaz tenli, güzel mi güzel komşumuz abla var, seviyor bizi okuyoruz diye, uzakta bir lokantada ahçılık yapan adamın karısı. Adam gece çalışıp gündüz uyuduğundan görmüyoruz neredeyse, Selahattin'di adı, yazmasam olmaz, çünkü öyküde insanlar isimleriyle lâzım olur...

İki çocukları var, iki göz oda da onların gecekondu... Bir kamyonete sığan eşyalarıyla bizden birkaç gün sonra taşındılardı. İndirmelerine yardım ettik-yerleşmelerine de.

Çeşmemiz avluda, ortak kullanıyoruz...Tuvaletler evin hemen dışında-eklemlenmiş odaların dış duvarına... Bizimki solda, onlarınki sağda. Banyomuzu da orda yapmak durumundayız -sobada-tüpte kazan ya da güğümle ısıttığımız suyla ılıştırdığımız kovalarımız var. Girişte ayakkabı çıkaracağımız küçük bir sofa... Tüm kapılar-pencereler biri diğerini tutmayan eski-çıkma malzemelerden... Kireç badanalı biriket evler. Kuvvetli bir rüzgarda muhakkak ki uçuverecekler .

Huriye ablada türkü dinleyip eşlik ettiği bir küçük radyo ve bir siyah-beyaz televizyon var, bizim evde radyo bile yok... Haberler'den haberdar olmalı insan, o saatte biz de duyalım diye yükseltiyor sesini Huriye ablam.

Zaman zaman çay içmeye gidiyoruz ona hepimiz, çocuklarla oynadığımız için o yemek yapıp-işini çıkartıyor aradan... Oğlu adaşım, bir kızı var, minicik, dünya tatlısı, adını unuttum şimdi... Onun adını anımsamam gerekmiyor öyküde. Umarım bahtı da güzel olmuştur büyüyüp, okuyup iyi bir kısmet denk düşüp evlendiyse.

Duvar duvara gecekondumuz, aynı çatının bitişik odalarında yaşıyoruz çünkü... Eli erdikçe oda eklemiş sahibi.
Ucuz, ama öğrenciysen yine de aileden pahalı... Siyasal'dan Selma, ben, Gazi'de okuyan erkek kardeşim, benden iki yaş büyük- benimle hukukta artık aynı sınıfta okuyan dayım. Kızlar bir odaya koyduk somyalarımızı, oğlanlar diğer odaya... Soba bizim odada, ders çalışma-okey oynama gibi faaliyetler bizim yanda...Yün yorganlarımız var bereket, üşümüyoruz gençliğin de verdiği enerjiyle... Çay ve sigara ise eklentimiz olmuş nerdeyse.

Henüz okullar açılmadı, ama ben eylül sınavları için erken geldiğimden Ankara'dayım.

Öğrenci harçlıklarımızla alınmış kitaplarımız var kitaplık yaptığımız portakal sandıklarından raflarımızda.
Ders kitaplarımız, teksire yazılı ders notlarımız, yine aynı kağıda basılı hocaların yıllardır sorduğu sorular ve yanıtlarından oluşan kaynaklarımız.

Girişte bulaşık yıkayacağımız -el yüz yıkayacağımız lavabo-taşlık... Üzerinde hepimize birer melamin tabak, salata tabağı, bir kaç küçük aliminyum tencere ve tava ile küçük tüp... İslenmiş demlik ve çaydanlık-bardaklar bir tepsi ile içerde... Sac sobamızın hemen dibinde. Üşüyünce çatlıyor çünkü bardaklar-odada tutmak gerek.

Eylül okul zamanı. Ünsal okula başlayacak, Huriye abla ona çanta aldı-siyah önlüğü, bembeyaz kolalı yakası var. Ben küçük bir defter ve kalem aldım çam sakızı armağan. O gün yemeği de onlarda yedim ve yatmaya eve geçtim. Kitap okudum ve ışığı da kapatmadan uyuyakaldım... Çünkü yere yakın -itsen açılacak pencerelerde basmadan perdelerimiz var, dışardan bakan içerde kim var görür zaten. Evdeyim-uyanığım diyorum kendimce ışık açık kalınca... Bir önlem-korkmamak için...
Sabaha karşı duvar yumruklanır halde uyandım... Huriye abla bağırıyordu, "Ünsal kalk, darbe oldu!" Pencereye uzandım-başımı çıkarttım açtığım kanattan-onun penceresine doğru baktım, o da aynı şeyi yaptı..."Ne diyorsun?" dedim... "Bir daha söyle!"
Söyledi,"asker idareyi ele geçirmiş işte!", kocası sabaha karşı eve gelirken lokantadan, yolların hepsinde asker ve tanklar varmış, kocası Selahattin'in beline dipçikle bir vurmuşlar, "ne işin var bu saatte, sokağa çıkma yasağı yok mu?" demişler... O da lokantada olduğundan izni olduğunu ancak gösterebilmiş...
Neyse,önemli değilmiş ağrısı, çabuk geçermiş... "yavrum öğrencisiniz, ilk sizin evi basar bunlar, saklı-gizli neyiniz varsa yok et" dedi kapattı pencereyi... Nasıl da korumacı, aramızda kaç yaş var oysa...

Öğrenciyiz ya... Potansiyel suçlu sayılacağımızı biliyor kadın... Okuduğumuz okullara bakarsan direk gözaltı..

Sokaklarda fırt fııırt bekçi düdükleri... Koşaradım geçenlerin ayak sesleri...
İnsan sessizliği dinleyince ürperiyor, yalnızken daha da korkunç o sessizlikte her tıpırtı...
Hepsi hepsi iki kat -dört gözlü portakal sandığında kitaplarımız... Daha çoğu dayımın.
Çünkü onun harçlığı dışında kredi yurtlardan aldığı parası da var. Dedem çiftçi-gelir belirsiz. Biz maaşını tam yazdık babamın-kardeşime ve bana kredi çıkmadı...Oysa o kadar da iyi halde değiliz-ev kira-kooperatif taksidi, üç okuyan çocuk... Kredi olsa çok daha rahat okuyacaktık.

Baktım kitaplara... Yasak değil hiç biri... Ama öyle öykülerle doldurulmuştu ki o güne dek kafamız - sen derdini anlatana kadar doksan gün içerdesin... İşkencedesin... Okulumuzdan-eski mahallemizden içeri alınanlardan da haber yok daha. Ben evde tekim. darbe bekleniyor, her gece sokaklarda biri ölüyor. Başıma bir şey gelse kimse bulamaz beni. Aklı çıkar annemin kılıma zarar gelse.

Yalan söyleyemem kimseye, sorsalar "kitaplar dayımın" derim bir de onun başını sokarım derde. Oturdum.
Adını yanlış anlayacakları her romanı -ya... evet romanı- elime aldım, sobayı açtım, üzerine çamaşır kazanını koydum su dolu... Oturdum, ağlayarak sayfa sayfa yaktım Dipten Gelen Dalga'yı, Paris Düşerken'i, Bir Gün Mutlaka'yı, Ne Yapmalı'yı... Felsefenin Başlangıç İlkeleri ve bir kaç kitap daha, faşizm, sosyalizm nedir anlamaya çalıştığımız kitaplar arasında. Hepsini ben okumuştum da, dayım yarısını henüz okumamıştı aldığı kitapların... Sonra "12 Eylül'de kitap yakmadım" dedi hep o günleri anlatırken yanımda; ben mahcup, kızarıp, ama "sen köydeydin ki" diyordum yine de, o günleri -güzellikleriyle tabi- bir kez daha yaşamak isteği ağır basarken.

12 Eylül 1980 kimi için terörün aniden sustuğu bayram günü. O güne kadarki süreç kimi için babasını-annesini hapishanelerde, tutukevlerinde arama-ziyaret etme günü... Kimi için o günden sonrası yetim kalma-kimi için öksüz kalma tarihi... Kimi gözaltında kaybolan evladını hiç bulamadı... Kimi çocuklar anne-baba göremeden büyüdüler o yıllar... Sonsuz sürecek yargılamalarda tutukluydu çoğunluğu, kimileri silah bile kullanmadı, oysa devleti yıkmaya teşebbüsle yargılandılar... Sakat kaldılar işkencelerden, ruhları yaralandı.

13 Eylül'de kimse kimseyle merhabalaşmadı ne olur ne olmaz diye... Hangi komşu muhbir kimse anlayamadı ama herkes herkesten kuşkulanır oldu o günler.

12 Eylül 1980 benim için derdimi anlatana kadar ölürüm içerlerde, olmadı sınavlar kaçar-okuldan atılırım kaygısıydı. Hangi arkadaşlarımızı bir daha göremeyeceğiz acaba kaygısıydı. Bundan sonra nasıl yaşanacak kaygısıydı. "Kısa sürede demokrasiye yeniden dönülecek" demişti darbeciler, döndüler, kendilerine yargılanma yasağı getiren bir Anayasa'yı hazırlattılar Kurucu Meclis'e.
O şeffaf zarflarda mavi hayır pusulasını içimdeki ürküye rağmen atmıştım ilk oy kullanışımda oy sandığına. Unutmadığım ilk cesaret gösterimdi o benim."Anneme nasıl anlatırım bunları, babamın yüzüne nasıl bakarım" düşüncesini, yaktığım romanların utancını ise anımsıyorum hâlâ. Bir de ellerimin derisi yüzülene dek ovalayarak kaynayan kazandaki suyla dördümüzün de çarşaflarını yıkayıp avludaki tüm iplere astığımı.. .

12 Eylül 2010. GEBZE.

Onca iş yükü üzerimdeyken seçim üstüne seçim var bir kaç yıldır. Seçim hakimiyim koca ilçede, üç yüz bin seçmen ve takvime göre aksamayacak işler... Güya seçimler bağımsız hakimler denetiminde, bilgisayarlar ise SEÇSİS sitemi ile UYAP projesine bağlı ve Adalet Bakanlığı alt yapısı ile Bilgi İşlem Dairesi ile irtibat halinde. Gözlemci geliyor artık ülkemize seçimlerde!

Şimdi herkesin yaşamını yeniden değiştiren -etkileyen- bir tarihtir 12 eylül bu başka yılda; bilerek 12 Eylül'ün yıldönümü seçilmiştir siyasi iktidarca. Hesaplaşma adı altında. "darbe ile hesaplaşma"dır plan.1980 askeri darbe, 28 Şubat askeri muhtıra... Söylem "askeri vesayetten kurtulmak "üzerine...

Sonrası hep düşmanca saldırılar ve hesaplaşma ile geçti insanlar için, 1980 yılındaki mağdurlar yine mağdur oldular üstelik. Bir dönemin askeri düşman görmüşken solda yer alan insanları şimdi din bezirganları düşman saydılar ve resmen tasfiye harekatı yürüttüler hepsine.

Ülkeyi siyasi tercihlerine göre şekillendirecek bir Anayasa değişikliği paketi referanduma sunuldu ve korku kültürü -makarna-kömür rüşvetleri- buzdolabı-fırın dağıtımıyla, insanların oyu için yeminleri alınarak parayla- oylandı.

Öncelikle 12 Eylül 2010 o eski zamanda okuldan atılmamak, hukukçu olmak için mezun olmak gerek deyip ,bunun için romanları bile yakan benim içinde olduğum yargı'yı sıfırladı. Yetmez ama evet diyenler vardı, "netekim paşa yargılanacak" diye sevinenler vardı. Makarnaya, kömüre tav olanlar vardı. Oy verdiler.

Oysa hukukun evrensel ilkeleri de vardı-sonra çıkan kanunun suç haline getirdiği eylem ancak o kanundan sonra işlenirse yargılama bir sonuca ulaşırdı.Netekim şimdi paşa paşa ölümü bekliyor netekim paşa ve sağ kalan avanesi...Ama mahkumiyete evrensel ilkeler engel olacak , "yargılıyoruz işte " ise göstermelik bir zamana yayma bahanesi.

Şimdi ülke otuz yıldır bitmeyen terörün kıskacında -iktidarın oy çoğunluğu baskısı ve şımarıklığında bir karanlığa gidiyor. O karanlığa giderken de önünü göremez hale geldiğinden konu-komşusu ile savaşacak hale getirildi üstelik...Ve yeter diyen herkesin başına bir şey geliyor artık. Çünkü yaşanan bir karabasan... 12 Eylül"lerin bitmeyen ve süreğen karabasanında uyanmaya çabalayanlara dar edilen günlerdeyiz ayrıca.

Nisan 22 ile başlayan süreç - 2013...YİNE GEBZE.

Dayanamadılar bana, sürdüler , tasfiye planı içindeyim.

Az çalıştığım yalanını yazdılar atanma gerekçeme... Yılda 800 iş görmesi gereken hakim 1041 iş çıkartmışken ve sen yeter ki çalış -iş çıkart çok sayıda, başkaca hiç bir şeye bakmayacağız diyen ilke kararı ile kendileri başarılı saymış ve o karar altında yine kendi imzaları varken ellerinde, utanmadan bana az çalıştın diyen ancak suyun alt başındaki kuzuya suyumu bulandırıyorsun diyen kurttur ve o kurt o kuzuyu yemeye kararlıdır.

28 Şubat ile mağdur olduk demektedir iktidar. Düşmanlarıyla hesaplaşacaklardır.

Düşman saydıkları askerlerdir, bir kısım bürokratlardır ve yargıdır. Düşmanla son hesaplarını mahkeme kararları ile vakıflar yasasına aykırı işleyişleri ile Vakıflar Genel Müdürlüğünce açılan davalarla -yargılanıp-kapatılan vakıflar'ı açarak göreceklerdir. Ülkenin her kesimindeki düşmanla hesaplaşmaları rayına oturmuştur çünkü. Kendine düşman bellediklerinin kimseye düşman olmamasınınsa hiç önemi yoktur onlarca. O tarihte onlara zarar verecek bir etki-yetki makamında değilimdir, işime hiç siyaset uğramamştır, ama insanların iyi ve dürüst olmasının filan önemi yoktur vicdanlarında...

Yasanın hazırlığı bitmiş,o sırada o vakıfları kapatmaya karar veren isimler mimlenmiş ve gereken yerlere ulaşmıştır sicil numaraları. O isimler artık sürülecekler arasındadır.

Telefonuma mesaj ulaşır. 22 Nisan. Tatil gününde. İnanamam okuduğum mesaja; "süre-hizmet-performans ve talep gereği kararname kapsamındasınız" demektedir her okuyuşumda.

Oysa yeni oluşan HSYK atamalar sırasında kendisi uymak üzere koymuştur o dört ilkeyi -o ilkelere hiç uymaz durumum. Derhal itirazda bulunurum, hani adalet-hani eşitlik diye?! Çıkartmazlar kapsamdan, nedensiz.

Ben neden diye sorar dururum, neden ?

5 mayıs 2013 günü parti grup toplantısında açıklar Başbakan aradığım nedeni.
"Bu 28 şubat ile son hesaplaşmamız!"der, "Bu yasa ile açılacaklar ve malları iade olunacak bu vakıfların!"...
Sayar beş tane vakıf adı, ben ikincide anlarım niçin atandığımı ve duymam artık diğer vakıfların adını.
GEBZE HİZMET VAKFI'dır benim bir tarihte kapatma kararı verdiğim ve Yargıtay tarafından temyiz üzerine onanmıştır o karar. Ama yoktur yürekleri, atanma nedeni olarak yazamazlar bunu ortaya." Keyfimiz öyle istedi, yapabiliyoruz, yaptık, oldu!" ile yürütülmektedir devlette işler.

ŞİMDİ HİZMET ZAMANI'dır sloganları, "durmak yok, yola devam!" demektedir her bir baş olan ve öyle bir isimle anılmaktadır herkesin -bildiği ama sustuğu- tarikatları... Ama tarikat -bile- dayanamaz kıyıma -muhtırayı yayınlar iktidara... Zaman'la. İnsanlar dayanamaz hale gelirler ve en apolitikler bile baş kaldırır baskıya.

Hukuksal yolları tüketirim bir yandan, içinde vicdanlı olanların sayısına merakla... Yedi insan çıkar aralarından beni anlayan.
Ve "peki!" derim, "sürün; çünkü benim arkamda tarikatım, siyasetim, bağım, bostanım, kollayanım , koruyanım yok, tek başınayım, bana elinizdeki kontrolsüz güçle her şeyi yapabilirsiniz... Ama ben de otuz yılda hukuktan ve insanlığımdan ayrılmadım, boyun eğmem sizlere..."

********************

Sürgüne boyun eğmeyen hakim şimdi emeklidir.
Koca - oğul ve kendisinden oluşan küçük ailesi bir aradadır.
16 Temmuz'dan beri evindedir, başı dik, gönlü rahattır bu öyküyü yazarken sizlere.
En uzun gün, en kısa geceye doğurmuşken annesi, Eylül'e yazılmıştır doğum kaydı harman sonrası... 
İlkbaharın ilk ayıyla bulmuştur aşkı, Eylül'de evlenmiştir, izindedir o ara askerlik yapan doktor kocası.
Ankara'nın soğuğu soğuk zamanlarıdır, havası zehir, günü zemheri. Ocak sonunda adaylığa başlayıp, beş yıl da Cumhuriyet savcısı olur kura çekerek ve Eylül'de emeklidir hakimliğinden, çok severek yaptığı.
Yaşamın en eylül zamanıdır hep içinden geçtiği. Umutların çoğu kez darbeyle kesildiği.
Ama Eylül artık bir güzellemedir ömrün güzüne;yazılı bir öyküyedir kalışı.
Bu öykü belleğin unutuşa mahkum olmasından önce yazabilme telaşı.
Acılar öyküyle anımsanmalı, kalan zaman ise güzel yaşanmalıdır.


Gebze, 12 Eylül 2013, Ünsal Çankaya.

AKATALPA AYLIK ŞİİR ve ELEŞTİRİ DERGİSİ, EKİM 2013- sayı:166