KAYBOLAN SULAR MI TANRILARI MI?
Dünya büyük bir kuraklık çağına doğru gidiyor. Bakmayın haziranda
yurdun her yanında sellerin coştuğuna, ölümlere, yıkımlara yol açtığına. Buzul
çağında nasıl yok olduysa dinozorlar… Şimdi kuzeydeki büyük buzullar erimeye
başladı kuraklaşan ve ısısı her geçen yılda artan dünyada. Dün ‘Dünya Çevre
Günü’ kutlandı ülkemizde ve çevremizi çok umursuyormuş gibi atılan nutuklarla. Korumak
yerine yok ediyoruz aslında. Yeraltı suları kayboldukça obrukları arttı
Konya’nın, çoraklaştı onca baraja rağmen ülke, ormanlar yok edildikçe seller,
heyelanlar arttı yaz aylarında.
Yağmur yağıyor ama toprak ememiyor onu eskisi gibi,
betonlaştı şehirler, yeraltında yaşamaya mecbur edilenlerin evine taşıyor atık
sular, dereler ‘Islah edildi!’ dese de yetkililer, o ıslahın iyileştirme değil
ranta yol açtığını görüyor gözlerimiz. Sular yaşam veriyor ama yıkıyor da. Bunu
bugün görelim ve önlem alalım isterim. Nasıl alınacaksa.
Bir yolu şiirimizde yaşatmaktır özleri ve adlarıyla.
Romanda, öyküde. Bilimsel kitaplarda. Masallarda. Benim birçok şiirim var
örneğin, sulara seslenen, sularla söyleşen, dertlenen ve dinlenen ve özü
denize, göle ulaşan doğduğu pınarlardan, aktığı derelerle, söz ve sesle
çağlayan.
‘Sana Doğru’ şiirimi ilk yazdığımda birbirini tamamlayan üç
bölümü vardı… Adı ‘Suları Unutma’ idi her bölümün, yanında numaraları… Sonra
yinelenmiş çok dize olduğunu görüp kırpa kırpa tek şiire dönüştürdüm onu yıllar
içinde. Sonra da bir daha oynamayayım diye başlığını da ‘Sana Doğru’ yaparak
yayım için yolladım Akatalpa Dergiye. On beş yılı geçmiş yazışım, yayımı 2011
Ağustos, 140. sayıda.
Dağlar, yaylalar, pınarlar, göller ve dereler ve denizler
çoğumuzda olduğu gibi bende de ayrı ve özel yerler tutarlar. Dağlar, yaylalar,
pınarlar ve dereler - ki kurumuş dereler bile- çocukluğuma taşır beni
anılarımla. Denizlerin yaşamıma girişi ilk gençlik yıllarımda başlar ve hem
ürkütür uçsuz bucaksızlığıyla hem yine aynı nedenle bir sonsuzluk duygusu
yaşattığı için huzur da eklenir bu duygunun yanına.
Deniz, göl, pınar bu yüzden girdi sanıyordum şiirlerime,
yazılarıma, düşlerime ve günlük yaşamın her anına… Tarihten bir el alıyormuşum
meğer, insan ömrü ile sınırlı olmayan çağlardan beri sulara yüklenen anlamlar
yüklüymüş meğer dağarcığımda. Bu bilinçli bir yükleme miydi dersem, yanıtım
hayır tabi... Ama anladım ki her insan genleri ile alıp aktarıyor bu bilinç
dışı akışı atadan ardılına.
‘Tanrı Yaratan Toprak, Anadolu’ kitabını okuyorum İsmet Zeki
Eyüboğlu’nun. Eylül 2007 baskı bu kitap Derin Yayınlarının 99. Yayınıymış.
Bunca geç kalmış olduğuma üzüldüm okudukça.Her bölüm başlığı tarihe, Anadolu
eski uygarlıklarına bir bağ kuruyor kanıtlarıyla. İnsanların tanrıları nasıl ve
neden yarattıkları ve verdikleri adlar, anlamlarıyla anlatılıyor, nasıl
yayıldıkları sonra tüm dünyaya.
Arada halk şiirinden, başka şairlerden örnekler de veriyor
yazar anlatımını daha da güzel kılmak için, bu arada kendi şiirlerini ise sanki
kendisi yazmamış da kendiliğinden üzerine yazdığı konudaki nesne yazmış gibi
bir alçakgönüllülükle eklemiş yazı aralarına. ‘Canlı Sular’ başlıklı bölümü
okurken eklediği şiir bir örnek bu anlattığıma:
“Bir suyum ben
Alır başımı dökülürüm yollara,
Bulut olur ağarım,
Yağmur kesilir yağarım
Bir suyum ben
Mavi kokarım denizlere vardığımda
Yeşil açar, mor saçılır, al al gülerim,
Ağarırım ışık gibi,
Karda geçerim sütten ileri,
Aklığımdır gülüşüm
Buzlara dönüşürüm uyuduğumda.
Bir suyum ben
Şimşek çakar
Yıldırım salar özüm
Yalım yalım tüterim gökyüzünde,
Dolaşırım damarlarını aldan,
Sıcak bir yaşmak gibi dolanırım boylu boyunca
Gözde yaş olurum damarda kan
Buram buram tüterim insan yüreğinde can.”
Diyor ve “İşte böyle bitirmiş türküsünü Anadolu dağlarında,
yaylalarında bağımsızlığının ışıyan, pırıl pırıl akışı içinde su.” diye
tamamlıyor bölümü. Anadolu ve suları tarihine övgüsü de ardında: “Böyle döküldü
göklerden yerlere, böyle ağdı yerden göğe, canlı canlı girdi özüne bitkilerin,
çiçeklerin. Arıda bal oldu, sevgide yalım, sıcak mı sıcak bir söyleyişle sindi
yüreğine bilinmeyen çağlardan bu yana aka aka insanoğlunun Anadolu... “
Akatalpa dergi dışında hukukçu şairlerin şiirlerini derleyen
Veysel Gültaş ağabeyin beş kez basılan Kadı Burhaneddin’den Günümüze Hukukçu
Şairler Antolojisi başlıklı kitabının son üç baskısında da yer alan şiirime
dönüp bakma gereksinimi yarattı okuduğum bu kitap. On beş yıl önceden benim
suya yüklediğim anlam meğer tüm dünyada, ama özellikle Anadolu’yu Anadolu yapan
binlerce çağ önceden bu yana yaşamış ve geçmiş halkların sulara yüklediği
anlamla neredeyse eş, belki de özdeş. Ayrıca insan bedeninin yüzde altmışının
su olduğu bilim gerçeğiyle de yan yana. Bilimi tarihle harmanlamak gibi
bilinçli bir eylem değildi şiiri su akışına eş yazışım, bilinçaltıymış ama.
Önce şiiri mi koyayım ve su tanrısı bizi bağışlasın diye
sulara doğru tarihsel bir geziye mi çıkalım, yoksa önce geziyi yapıp şiiri mi
okurun insafına bırakayım bilemedim. Sonra yazıyı bir daha okudum… Önce yazıda gezinmenin
daha anlamlı olacağını anladım, bütünleyecekti şiirim sona kalınca.
Öyleyse kısacık alıntılarla sular niye canlıymış, niye
sevmeli, niye korkmalıyız diye bir bakalım da sevgimiz kazansın diyelim en
sonunda. Sevgiliye doğru akmanın yardımcısı duyguları besleyen de onlar diye
suları unutmayalım ve sularla bir olup şiire akalım her dizede, taştan taşa sekerek.
“En eski çağlarda bile kutsaldı sular. Evrenin bütün
varlıklarına dirilik verdiklerinden dolayı. Van'dan Edirne'ye, Sinop'tan
Antalya burnuna değin kutsal sularla dolup taşar Anadolu. Sakarya, Kızılırmak,
Büyük Menderes, Küçük Menderes, Yeşilırmak, Dicle, Fırat gibi büyük sulardan
tutun da göllere, çaylara, pınarlara, küçük su akıntılarına değin sayısız
sularla doludur Anadolu.” diyor en başta.
Niye kutsal, hangi dilde, hangi dinde kutsal sorularına da
“Her dilde, dinde!” diyor, ama ‘Ayazma’ sözcüğü, ‘Manastır yakını’ gibi
tanımlarından biliyoruz ki bu tanımların çoğu Anadolu kaynaklı.
Sularda kutsal güçlerin bulunduğu inancıyla ibadet ve adak
yerleri yapılmış yakınlarına, bu inanç çok eski dinlerden, suların birer tanrı,
tanrıça olarak nitelendiği çağlardan kalmış insanımıza.
İnsanlar bu ayazmalarda suyla konuşur, sular da canlı gibi
akışlarıyla, onlara yanıt, gönlüne ferahlık verirdi her yudumunda. Suya bu
nedenle saygı duyuyordu eski çağ insanı, günümüzde de aynı saygı yayla
şenlikleri adı altında yurdun her yerinde süregitmektedir eski anlamlarıyla.
Suya insanı yaşatma gücü nedeniyle yüklenen en eski
anlamları mitler de yaşatmaktadır çağımızda.
İskender’in arayıp bulamadığı Bengisu (ab-ı hayat da
denilen) da, Sümerler ve Babillilerden kalma Gılgamış Destanındaki ölmezlik
suyu da onları koruyan Kaf Dağı ardındadır, başlarında koruyan canavarlar,
periler, tanrılar vardır ve insanoğlu suya kavuşmak için yener o canavarları,
kandırır perileri, ikna eder tanrıları her masalda. Yine de insan bu çağda bile
büyük suların yıkıcı gücünden korkmakta ve sevgi ile korku karışımı bir saygı
duymayı sürdürmektedir.
Türk soyunun kaynağı da yine şöyle yer almış bu kitapta: “Eskiden
beri halk büyük sulara karşı korkuyla karışık bir saygı duyar. Bu korkulu saygı
suyun öldürücü, diriltici gücünden gelir. Denizlerin birer tanrı, tanrıça
olmalarının gerçek nedeni de bu yaşatıcı, boğucu nitelikleri yüzündendir.
Türklerin ortaya çıkışını, yaratılışını anlatan güzelim halk masalının özünde
de bu eski inanç vardır. Gökten bir ışık iner suyun başına, bir buğulu örtüden
sıyrılır, çırılçıplak güzel bir kız kesilir koyunları sulayan çobanın önünde.
Tutamaz kendini çoban, gönülden vurulur ona. Geçer kendinden, sevişirler
doğanın kucağında. Çocukları olur, çoğalırlar. İşte bu subaşındaki sevişmeden
doğar, türer bütün Türk ulusu. Yayılır sonra doğudan batıya doğru. Büyük
ordular kurar, ülkeler, alır. Türk soyunu ölümsüzlüğe kavuşturur.”
İşte bu meselden de görüldüğü gibi su hayat verendir bize ve tüm insanlığa.
Canlıdır ve can katar karıştığına. Canlıdır sular eski Anadolu inançlarına
göre, Sümerlere, Akadlara göre de canlıdır sular. Belli tanrıları, tanrıçaları
vardır suların.
Yine kitap diyor ki, felsefede can için temel alınmaz mı bunca değerli nesne? Öyleyse
gelin öğrenelim ilk kim verdi ‘yaşam özü’ anlamını sulara:
“Bilge Thales'in düşüncesinde su bütün varlıkların özüdür.
Ondan doğmuş, gene ona döner ne varsa. Bu inancın özünde eskiçağ geleneklerinin
derinlemesine etkisi vardır besbelli. Yoksa birdenbire nereden düşünürdü Thales
suyun canlı olduğunu. Bir düşünce birikiminin sonucudur bu. Thales, felsefe
alanında yer verdi bu eski dincil görüşe, onu belli bir düzene göre
biçimlendirdi, bir felsefe niteliği kazandırdı ona. Biliyordu evreni kuşatan
suların sağladığı bolluğu, yaşam olanaklarını.
Onun yaşadığı çağda, Anadolu'nun bütün su kaynaklarını birer
peri beklerdi. Daha doğrusu bir kişilik taşıyordu bütün sular. Bu bilgece
görüş, daha sonraki çağlarda yeni yeni yorumlara uğradı. Suyun yanında başka
yaratıcı güçler (toprak, ateş, hava) yer aldı. Gene de korudu tanrısal gücünü
su, felsefenin sıkı düzeni içinde bağımsızlığını yitirmedi.”
Şimdi… İlkçağların, suların tanrılarını bırakalım
yerlerinde, edindikleri yeni adlarıyla.
Gidelim şiirime. Birlikte akmaya, birlikte okumaya:
“SANA DOĞRU
Uğuldayarak akan bir suyum;
Davet gibi sevgim suların uğultusunda
Damlalarımdan taşarken aşkla
Sular durulmaz, bu uğultu durmaz
Ulaştığım koyaklarında
Mihenge vuracak taşım kalmadı,
Anla, tüm ömrümü getirdim sana,
Al, şarkılarla yaşanan zamanlar sonrasına
Sular unutmaz, sular unutmaz
Biliyorsun, suları unutma!
Dağıldı sesim, dağıldım
Sen toplarsın biliyorum, topla akışlarımda
Alacağın olsun,
Bölüşecek neyim var sevgiden başka?
Islık ıslık şiir doğuyor damarlarımdan,
Yumuk yumuk ellerine uzanıyorum
Bölünüyor uykularım ardından
Acı çöreklenip kalıyor avuçlarıma.
Sen de sulardan doğdun, umutların da,
Acıyla doğanlar acıyı unutmazlar asla
Yağmur özlediğinde yağ, karış kanıma,
Bulut özlediğinde yüksel, sarıl umutlarıma.
Tüm şiirlerim sana, sana yazıldı aşkla
Sularla doğdum, akıyorum, dura, durula,
Bitmeyen bir düşün yarışındayım, sevdayla
Volkanın içinde uyandığında, al payını, al,
Sular unutmaz biliyorsun, suları unutma!
Bir ben öğrenemedim ıslık çalmayı
Suların akışı gibi kolayca, ama
Sulardan doğurdum özlemlerimi,
Aç avuçlarını,
Dudakların uzansın,
Suya uzanırcasına uzansın bana,
Al yüreğimden akanları, sakla!
Bebekler gibi şaşıyor adımları dizelerimin,
Akıp gidiyor uzaklara, sakarlığımda
Sen dur de, sıraya girsinler;
Boy sırası, düş sırası, doğum sonrası...
Ellerinde şiir olacağım, unutma,
Yeşerteceğini söyle bir gün, mutlaka.
Sular unutmaz,
Biliyorsun, sular unutmaz, suları unutma!”
Geç de olsa bu değerli kitabı bulmanın mutluluğuyla mola
verdim okumaya, başladım bu yazıya.
Kitabı bulmak tanımını boşuna yazmadım. Hem “kitap satılmıyor!” diyen bir mit,
hem “kitap pahalı” diyen mit var ortada ama yine de her yıl binlerce kitap
basılıyor ve erişim tesadüflere kalıyor böyle değerli olanıyla. Şiirimin henüz
neden bir kitapta diğer şiirlerimle buluşmadığını merak etmezsiniz ya suların
canlılığı konusunda olmasa bile Anadolu nasıl bir toprak ki bunca tanrı
yaratmış ve yayılmış o tanrılar dünyamıza diye bir ilgi doğurursa yazım, mutlu
olur, yol alırım kaybolan sularımı bulmaya.
Gebze, 6.6.2023, Ünsal Çankaya.
Dil Nehri E- Dergi, Temmuz -Ağustos 2023, Sayı:3
https://www.dilnehri.com/_files/ugd/ea563a_4802736a3e53434c8c8cc21111b19741.pdf