Translate

OLUR ÖYLE

 OLUR ÖYLE!


Anneleri uzun yıllardır dağınık ve sonrasında da hep hasta olduğu için yatan ve anneleri yanlarındayken annesizmiş gibi büyüyen iki kız var okuduğum romanda. Erkek kardeş de var ama kızların, daha da çok büyük olanın varlığı daha önemli ilk sayfalarda ve onun torunu olan kızın dilinden anlatılıyor o şehirde, o mahallede, o evde ve odalarda, mutfakta, bahçe ve sokaklarda yaşananlardan romanda onlarla bağlantılı olarak yer bulanlar.
Anneleri ölüme gidiyor, uzun yıllar sürüyor çocukların sürece tanıklık hâli ve anneli bir evi annesiz çevirmeye çabalıyorlar anne nihayet öldüğünde büyüğü on altı küçüğü on yaşına ulaşan kızlar.

Anneler ölüyor. Evet.  Romanda, masalda, öyküde ve gerçek yaşamda...

Annemin ölümünü anımsıyorum sonra. Uzaktaydım. Her gününe tanık olmadım ama yine de gördüm ve anladım ölüme giden yıllarını... Son ana kadar çocukları için çabalayışını. Hiçbirimize yük olmaması için babama da öğrettiği her işi her yemeği her davranışı...
Hayır, annem romandaki anne gibi hiç gamsız olmamıştı, hiç pasaklı olmamıştı. Şimdi, onun ölüm yaşını geçeli neredeyse sekiz yıl oldum ve ben de son yıllara dek hiç salmadım kendimi. Kendimce sürdürdüğüm titizliğim astımımla son birkaç yıldır tavsadı.

Olur öyle diyorum, olur öyle, ağırlaşan bir gamla.

Böyle değildim ben deyip duruyorum sonra. Böyle değildim! Nasıl bu hâle geldin, durup anımsa.
Aynı anda annem nasıl hissetmişti o son yılında sorusu düşüyor aklıma. Yaklaştığını sezebilmiş miydi ölümün, yoksa hastaneden bir kez daha iyi olup çıkacağından umudu var mıydı son yatışında...
İnsan hiçbir şey bilmediğini anlıyor aklına böyle şeyler takıldığında.
Ne kendine ilişkin ne yakınlarına ne de yarınlarına.
Ne geçiyordu aklından o anda dediği şeyler niye ve ne zaman takılır insanların aklına...
Yanıtsızdım. Yorumsuzdum. Umutsuz değilsem de umarsızdım galiba. Bir an sonramız için ne olacağımızı bilmeden yaşıyoruz dünyada. Yanıtsız sorular bırakacağız ardımızda kalana.

Filmlerde bunun sanal gösterimleri oluyor oysa. İç sesin eşlik ettiği sahnelerle akıldan geçenler veriliyor izleyenlere. Düşünceler sese dönüşüyor. Görüntülere dönüşüyor ileri ve geri sarışla.
Belki de bu yüzden hayatım roman diyor herkes. Anlatsam kaç film çıkar diyenler de var.
Üstelik hayatım film olur diyenler haklılar da galiba...
Çünkü her insanın doğumdan ölüme yaşamı bir film olur çekilse, kimi eğlenceli, maceralı, kimi dram, kimi bilime bulaşmış hayal kurmaca, kimi duygusal, kimi doludur aşk, intikamla, kimisi hiç yaşamıyor gibi durağan, kimi acelesi var gibi uçan bir hızla, kimi uzun, kimi kısa kiminin metrajı kısadan kısa.

Annemi sağlığındaki karelerle andığım çok, onları anımsamak, onlarla gülümsemek mutluluğum hem.Annemi teslim aldığımızda, teslim alışımıza kadar oda değiştirmiş gibiydi orada çalışanlar için. Bizim için morgdaydı. Sanki hep oradaydı, hiç yaşamamıştı ve o çekmecede bize kalan o son fotoğraf için saklamıştı ömrünü. Yüzü, elleri, ayakları üşümüş ama çocukları üzülmesin diye yine de yüzüne bir gülümseme yayıp, bir şey diyecekmiş gibi bekliyordu bizleri, dudağının kıyısına ilişen o kıvrımla.

Yaşlandıkça sadece o son kıvrım geliyor gözümün önüne, dokunuyorum.
Isınsın ve öpsün istiyorum bir daha. Bir daha... Olmuyor. Canım yanıyor o zaman.
Olur öyle diyorum, olur öyle. Söner bu yangın, dokun, bir kez daha dokun, yeni umutla.
Başka yakın ölülerimi düşünüyorum...
Sabaha dek başında beklediğim babaannem, babam… Yüzleri o son kare ile bize kalmayan halam, teyzelerim, dayılarım, kuzenlerim... Ama canımın içi ağabeyimin yüzü hepsini siliyor ve diyor ki bana; “Ağlama güzel bacım, ağlama. Bak ben de gülümsüyorum annemiz gibi, bu son gülüşüm armağan sana, ısıt içini bizleri anımsayınca.”

İşte son üç yıldır onu anımsayıp diyorum ki okuyacak olana; güzel bir gülümseme bırakın ardınızda kalana. Yaşarken gülümsemeyi unutmayın ki alışsın yüzünüz gülümsemeye, hoş görmeye, bağışa. Kızdığınızda bile uçup gideceğini bilmeli öfke çizgileriniz ki yerini hemen alsın o gülümseyen tema. Keder, kaygı, hüzün, öfke, kin, aldırmazlık yerleşemesin yüzünüze. Kalan baktığında bilsin ki yaşarken hiç unutmadınız onu, öldüğünüz anda unutmadınız ve o yaşadıkça o son gülümsemeniz her daraldığında başka dünyalar varsa oralarda bile unutmadığınızı anımsatacak ona, daima.

Sonra... Romana dönüyorum...
Kızlar kahkahalarla gülüyor annesiz kaldıkları gün, büyükanne ve dedelerinin o çağda otomobil yerine at arabasıyla gelişini görüşlerinden biraz sonra... Olur olmaz her şeye gülüyorlar üstelik.
Olur öyle diyorum... Roman bu... Olur öyle... Dünya bu. Gerçeği yalanıyla.
Okumaya devam ediyorum romanı; Aşağıdaki Dünya, Sue Miller' den. Kızlar bakmadılar annelerinin yüzüne, baksalar gülümseme de görmeyeceklerdi belki, ama onsuz yaşamaya alışmışlardı zaten, bu yüzden kendi yaşam çabaları sürüyor hâlâ ve gülüyorlar. Belki de hep gülmeyi öğrenmeli çocuklar, ağıt yerine kahkaha sesleri duyulmalı odalarından ve taşmalı sokağa. (İlla okunsun demek için değil değişik çağrışımlara sürüklediği için girdi adı kitabın yazdığım bu yazıya.)

Onsuz yaşamaya alışmak, aynı evdeyken, yan odada nefes aldığını bilirken bir annenin çocukları için kurulacak en tuhaf cümle olmalı ama romanlar için değil galiba?

Gebze, 7.10.2022, Ünsal Çankaya.

(6 Şubat 2023 ve ardından gelen büyük depremlerle göçük altında canları kalıp bir gülümseme, bir sarılma, bir ses bir nefes için o yıkımlar yaşanmasaydı diye dünyayı verecek olanlarla bir dayanışma:
Düşünün, aynı göçüğe kalbimizi gömmemizi değil, anılara sarılarak ama yıkılmadan, geleceğe umutla bakmamızı isterlerdi onlar da.)

Üvercinka Dergi, Mart 2023, Sayı:101