Translate

TEK KANATLI KUŞ ÜZERİNE BİR OKUMADAN LEYLİM LEYLİM'E GEÇTİĞİMDEKİ SIZIM.

TEK KANATLI KUŞ ÜZERİNE BİR OKUMADAN
LEYLİM LEYLİM'E GEÇTİĞİMDEKİ SIZIM. 

ÜNSAL ÇANKAYA

Okudum. 
Çok severim Yaşar Kemal okumayı. İnce Memed ile başlayan okuma sevdam Demirciler Çarşısı Cinayeti ile sürmüştü. O destansı dil ile, yarpuzların kokusunu alacak, yavşanların yanarken çıtırtısını duyacak kadar canlı anlatılışına hayran olarak ta ilkokuldan başlayan okur ilişkim her kitabını edinmeye vardı ve aynı kitapları sonra yepyeni tadlar alarak birer kez daha okumaya kadar gitti.
En son yıllarda Bir Ada Hikayesi üçlemesini her kitabın çıkışını takiple bekledim. İlk baskıda ilk okuyanlardan oldum çoğunu kitaplarının. Kimini satın alamayacak zamanlarımda şehir kütüphanelerinde okumuştum.
Tek Kanatlı Kuş romanı haftaya raflarda tanıtımını okuduğumda Eylül ayında hemen verdim siparişimi. Buna rağmen elime gelen ikinci baskı oldu. Demek satılabileceğini düşünüp -ya da kitabevlerinden gelen isteklere göre-ikinci baskıyı da hemen yaptılar dedim siparişim elime geldiğinde.

Okudum. 
İki kez. İlk defa peş peşe - ara vermeden- okudum aynı kitabı.
Zaten kısa...Yetmiş iki sayfa. On dört punto harf karakteri ile dizilmiş roman aslında dokuzuncu sayfada başlıyor; boşlukları azaltsam, puntoları küçültsem aslında başkaca romanlarının giriş bölümü kadar bile değil boyutu.
İki kez okumamın nedeni dikkatim dağıldı da kuşun tek kanatlı olduğu yeri kaçırdım mı diye. Yine kaçırdıysam o yoğun betimlemelerden bir kez daha okumalıyım, bozkırda hülyalara dalmadan. 
Tuhaf kanatlılar...Ama tek kanat sadece romanın adında geçiyor. Kitap o kadar kısa ki içerikteki tuhaf kuşların tek kanatlı olması nedeniyle tuhaf olduğunu romanın başlığını düşünerek bağlayıp-anlıyoruz böylece.
Fantastik bir korku dünyası. Niye korktuğunu bilmeden korkuyor herkes.
Biz de okuyup bitirdiğimizde bile anlayamıyoruz insanların niye korktuğunu; ama elle tutulabiliyor orada, bozkırın ortasındaki o insanlarda var olan korku.
Yaşar Kemal güzelleme tanımlamalarıyla görüyoruz otobüsü, şoförü, yolcuları, İstasyon Şefi'ni. Aynı güzellemeler ile bir bir biz de gözlüyoruz Posta Müdürü'nün taşınmaktan bir hal olan, ama becerikli karısının taşınma uzmanlığı ile her gereksinimi karşılamaya hazır eşyalarını, karısını, ama her koşulda karısının Posta Müdürü'ne olağan günlük yaşamı sunmaya aksatmadan hazır oluşunu...Yine Posta Müdürü'nün o güzel mi güzel karısının güzelliğini destansı diliyle okurken canlandırmaya çalışıyoruz. İstasyon Şefi'nin içerken tadına doyulamayan çayını sıcacık bize de uzatılmış sayıyoruz...O kadar ki elimde kitap mutfağa kadar gidip bir bardak çay alıyorum eşlik etmek için onlara. Ceviz ağaçlarının destanlaşan tuhaf özelliklerini, kasabanın insansızlığını, sessizliğini, ıssızlığını, ta uzaktan duyulan bom boşluğunu içimizde duyuyoruz okurken. Ürpererek. Onca ilgisiz insan nasıl bir araya gelebildi demeden. Olağan bile bularak orada yaşanılanları.

Okudum.
Sonra düşündüm; iki kez. 
Tuhaf; her iki okumamda da aynı şeyleri düşündüm sonra üstelik.

Birbirini hiç tanımayan yaklaşık on kadar insanın "gidilemeyen bir kasaba" üzerine bağlarını, o kasabaya niçin gidilemez olduğunu, gidenin nelerle karşılaştığını ve romanın bitmemişliğini...
Öylece yarım kalmışlık hissi yarattığını...Gidilebilse o kasabada nasıl bir şeyler yaşayacaklarını hayal ederken, birden bire bitivermişliğini...

Çocukluğumda gazetelerde okumuştum, bir kasaba; kopup kasabaya yuvarlanan kayalarıyla koca bir dağın eteğindeydi. İnsanları korkuyordu, devlet o kasabayı başka yere taşımalı deniyordu. Bu romandaki bence işte o kasaba. Başkası olamaz dedim. Belki sorulsa "o "derdi yazar,;"ben de okudum da ondan başladım yazmaya...Sonra unuttum yazdığımı, ancak bir hırsız darmadağın edince kutuları, bulduk, olduğu gibi yayımlamaya karar verdik biz bunu...İşte böylece çıktı bu son kitap ortaya"

Neyse... 

Okudum, daha da okusam olacak hissi ile kalakaldım. Yarım kalmış bu dedim. Taslak değil. Gelişecek değil...Dahası yazılsa olacak. Okunacak da. Öyle... Hem kuşlar da tuhaf, çok tuhaf, tek kanatlarını romanın başlığına saklamış usta.

Şimdi...
Hemen peşinden Ahmed Arif'in Leyla Erbil'e yazdığı mektupları okuyorum...Hayır bunu böyle yazmasa daha iyiydi diye diye. Adlı adınca yazdığı küfürleriyle, argolarıyla. Ama öyle yazmış, çünkü yazım yanlışları ile , olduğu gibi gönderilmiş mektuplar okuruna...Dahası okurun izniyle de onun ölmeden görmek arzusuna karşın baskı yetişmediği için ölümünden sonra yayımlanarak paylaşılmış; şairin şiirine sevdalananlara...
Bitirdiğimde hissedeceğim şeyleri aynı olacağını umarak daha kitaba başlamadan ilk sayfadaki boşluğa yazdım. Altına tarih koydum, bir ataçla kitabın mektup zarfı tasarımlı kapağına iliştirdim o sayfayı. Şimdi onu olduğu gibi buraya alıyorum.

"Elime hoş geldin kitap, seni okumadan yazıyorum bu 'hoş geldin'i. 
Çünkü okuyunca da aynısını yazabilirim diye hissediyorum: Hoş geldin!
Yazdığım, yazmadığım, yazamadığım, yazamayacağım nice mektup var.
Bu kitap 'olsa iyi olacak bir aşk' ın olmayışının mektupları. 
Olmadığı için 'yetinme hali' nin bir yanda can yakışı, diğer yanda 'bir dost saklama' nın ömre ne kattığına bakışı.
Leyla ve Ahmed öldü; yaşasın mektupları....
Gebze 1.10.2013. 

Artık yarıladım kitabı. Gün içinde dışarı çıkmalarım oldu üç gündür ve dikkatle okumak için geceyi bekliyorum. Gece olduğundaysa kalbime çok ağır geliyor okuduklarım, birden okuyup geçemiyorum.
İçimde bir sızı. Sırlarını paylaşmak ister miydi şair bizimle? Bu özel mektupları bizim de okuyacağımızı bilse duygularını böyle sakınmasız paylaşır mıydı? Yokluklarını, sıkıntılarını, küfürlerini ve sevda sözlerini bu kadar darmadağın yazar mıydı diye diye okuyorum...Daha usturuplu yazmaya kalksa o zaman da bu kadar içten yazabilir miydi çekincesiyle...
Okuyup bitirdiğimde ne mektuplar, ne de hissettiklerim üzerine yazamam yeniden. Öyle darmadağın olacağım ki okuduklarımdan, elime bu kitabı, karşıma Hasretinden Prangalar Eskittim'i koyup, yeniden bakacağım yazılan acılara .
O acıya tanıklık yine dağlayacak içimi biliyorum. Hem belki o bakışımda küfrü ve argoyu ona çok görmeyeceğimi umuyorum.
Şimdi 2 Ekim 1954 tarihli Diyarbakır vurgulu mektubu okumaya dönüyorum...
Kitabı okuma dönemimin altmış yıl sonra aynı ayın aynı günlerine denk düştüğünü görmenin ise tesadüfün inceliği saymak gerek diyorum.

Gebze-3-4 Ekim 2013. 

1=) AKATALPA 
Edebiyat-Eleştiri Dergisi. Ocak 2014. Sayı 169.

2=) Afyonkarahisar'da yayımlanan AFYON DENGE Gazete'si 4 Temmuz 2014 tarıhli nüshasında da yayımlanmıştır.