Translate

ANNE BAKIŞI

ANNE BAKIŞI

Yağmur yağacak.
Bekliyorum. Bu sızıyı ona yordum içimden.
Birden bire bir gürültü, fırtına patlamış sanki.

“ Gök mü gürledi? ” dedim oğluma.
Arkadaşları ile buluşmaktan dönüp, anahtarıyla kapıyı açtığında.
” Hoş geldin!” değil, ama içindeki “ hoş geldin oğlum! “ duygumu taşıyan bir tınıyla.
“ Dışarıda değildim, ıslanmadım! ” dedi.
“ Bilmiyorum!” değil, “duymadım!” değil.
İçinde “ beklemeseydin, uyusaydın, yoruluyorsun ve hoş buldum!” dahil.
Apartmanda üst katlarda bir çocukluk arkadaşı oturuyor. Demek ondaydı.

Az ve öz konuşuyor, çok anlaşıyoruz.

Öyleydi eskiden de, bakışından anlardık annelerin. Bakışlarım anne bakışı oldu demek!
Sarıp sarmalayan, koruyan, kollayan, güven veren, güven alan, sıkmayan ve olumsuzlukları ona hiç yansıtmayan... Bu durumdan hoşnutluğumuz sürüyor yıllar geçtikçe.
Büyüyor oğlum.
Yaş olarak üniversite bitirecek genç zaten, ama anne gözünde büyümesi bambaşka bir büyüme demek.

Oysa daha dün biz onunla saklambaç oynuyorduk salonun ortasında... Gözünü kapattığında bitiyordu dünya... Açtığında görmüyordum onu güya; oyun bitene, sobe diyene dek odalar arasında peş peşe dolaştığımız halde... Nasıl mutlu kahkahalar atıyordu onu bulamadığım için tam da ayağıma sarıldığında bile.

Şimdi az ve öz konuşuyoruz. Ama çok anlaşıyoruz.
O zamanlar daha çok sarılırdık, şimdi daha az. Ama bunun beni nasıl mutlu ettiğini anlatacak sözcük yok. Nasıl mutsuz ettiğini de.
O zamanlar da çok konuştuğumuz sanılmasın, neyin niçin olduğunu anlatınca niye olacağı, niçin olmayacağı hakkında nedenini öğretince nedeni bildiği için niçini anlıyordu ve anlaşıyorduk. Bakışlarımızla... Bir kaç sözcükle.
Bu nedenle bağırmadı hiç, yerlere atmadı kendini market ortasında “ isterim!”diye.
Yine bu nedenle benim de sesimi dahi yükseltmem gerekmedi oğluma... Sadece ben değil, benden daha da fazla koruma, kollama güdüsü taşıyan babası da hiç bağırmadı.
Bundan anlaşılacağı üzere şiddet görmeden büyüdü... En azından kaba şiddet.

Acaba bu yetiştirme yöntemimiz ona bir tür manevi şiddet olarak yansıdı mı ?
Her anneler günü yaklaşırken, onun doğum günü yaklaşırken aklıma takılan tek soru bu.
Her şeyin yolunda gidebilmesini sağlayan bir uyum çok mu fazla bu dünya için?
Onun bunların az bulunacağı, hiç olmayacağı bir dünyada canını yakmayacak mı anlayışlı aile davranışımız?

O her zaman arkadaşlarını gözleyen ve ne yaşadıklarını anlatmasalar da anlayan bir çocuktu küçük yaşından beri. Böyle olması nedeniyle herkesin dert ortağı olarak görüp, yaşadıkları her şeyi anlattığı da biriydi okullarında, sınıflarında, sokaklarında. '
Onur Kurulu'nda yer alırdı hep. Arkadaşlarından öğrendikleri sırdı, paylaşmazdı kimse ile. Hukukçu anneye 'sorulacak olayı' ödeviymiş gibi yardım istediğinde anlatılan şiddetin olağan olmadığını, yanlış olduğunu anlatıyordum. Bunun ruhsal olarak olumsuz etkilerini, bu etkileri olaydaki çocuğun tüm yaşamında göreceğini, ileride aynı şekilde davranmanın doğru olacağını sanarak büyüyeceğini ve aynı şiddeti uygulayan biri olacağını, herkese yazık olacağını söylüyordum.
Okulda, sokakta kavgaya karışmadı hiç.
Küfür duydu, kavga gördü, ama pratikte içinde yer almadı, kullanmadı. Oysa yaşam ona bütün bunları kendi yapmasa da öğretti. Vardı, en azından gözlerini kapatınca da şiddet ve küfür dolu bir dünyanın orada olduğunu görecek kadar büyüdü. Kavradı gerçeği ki sobe bile öyle çocukluğundaki gibi oynanmazdı, anladı.
Şimdilerde odasında bilgisayarında arkadaşlarıyla aynı anda, konuşarak oyun oynarken ağız dolusu küfretmeye çalıştığını duyuyor, ama nasıl da eğreti durduğunu görüp gülümsüyorum.
Kahkahalarını duyup hüzün basıyor içimi. Yetinmiyor, ağlıyorum üstüne!

Kavgasız, gürültüsüz yaşanabileceğini öğretmemiz yanlış mı oldu acaba?
O da bizden gördüğünü aynen aktarabilir mi kendi çocuklarına?
İnsanlığa bir kişilik iyilik aktarma çabamız varır mı amacına?
Şimdiye kadar yaramazlık yapmayışının nedeni ben miyim diye soruyorum hep.
Ya da benden bile daha çok seven babası mı?
Hep uslu olmak, hep bir koca adam ağırbaşlılığıyla yaşamak yormadı mı oğlumu?

Ya... evet !
İşte bu aralar böyle şeyler düşünecek zamanım var...
Soruyor ve yanıtlar arıyorum bakışlarında...
Bakışlarımla sorduğum için görmezden geliyor, anlıyorum.
Yordum onu... Yorduk biz. Yordu dünya, yordu ülkemiz.
Okulu bitirmeyi düşünüyor, okuldan sonra yaşayacağı bu ülkenin anlamsızlığını...
Başka ülkeler uzaydan naklen yayın yapıyor insan yaşamlarını...
Birlikte izliyoruz o ilk canlı yayını sabaha karşı. İmreniyoruz, birlikte iç geçiriyoruz.
Yumruğa dönüyor eli, “ bizim ülkemizde yaşananlara bak! ” diyor birden.
Bizsiz yaşamanın bizi üzeceği omuzlarına vinçle yüklenen bir kaya sanki...
Ben diyorum ki gözlerimle; “ silkelen, atıver herşeyi, biz sadece seni düşünüyoruz, ki sana güzel bir dünya kuramamış olmak bizim kendimizle savaşımız, kaybedeli çok olduk... Sen bu yenilgilerimizi de yüklenme oğul... Silkelen ! Kurtar kendini.! “
Gözleri gölgeleniyor. Bırakıp gidemeyecek biliyorum.

Oğul odasına geçip uykuya dalalı çok oldu...
Aralayıp bakıyorum kapıdan, yüzünde bir huzur, ellerini salıvermiş yatağa...
Birden bire bir sessizlik... Fırtına üşümüş sanki... İçimde sızı.
Bu sızıyı bana yordum içimden. Bekliyordum.
Yağmur başladı!

Gebze, 16.4.2014, Ünsal Çankaya.

Dibace: Oğul üniversiteyi bitirdi geçen bir yıl içinde, yüksek lisansını da çok iyi bir üniversitede yapacağı için seviniyor annesi, gizlice... Kalbi ve aklı bu aralar Boğaziçi Üniversitesi'nin Kandilli sırtlarındaki Rasathane Kampüsü'nde; tepede rüzgarlanıyor!
Rüzgar yağmur bulutlarını derip toplayıp getiriyor buraya.
Her getirdiği yağıyor üstelik.
Yağarsa yağsın! Bakıştaki anne alıştı her inişinde ona eşlik etmeye. Gebze, 30.3.2015

AFRODİSYAS SANAT DERGİSİ
Yıl: 9. Sayı 51.
Mayıs-Haziran 2015.