SEVEREK OKUMUŞTUM
Hepsini değil, ama 'Ölmeye Yatmak' ile başlayıp, 'Fikrimin
İnce Gülü' ile süren epey kitabını okudum.
İnsanlar bir ülkede ölüm haberi medyadan duyurulurken "Yurdun
önde gelen yazarlarındandı" olarak tanımlanıyorsa eğer bu, onu, çoğunluğun
okuduğu, sevdiği, ölünce de üzüldüğü anlamına gelir.
Ülkenin son on yılının, bence karabasan yılların başlangıcı
2010 yılındaki referandumda "Hayır, bin kez hayır!" demesini beklediğim
insanlarımdandı.
Ama öyle olmadı. Kimi "Yetmez ama evet!" deyip
kahretti bizi... Kimi doğrudan "Evet!".
Adalet hanım ikinci gruptaydı...
"Evet!" demiş, bunu gururla savunmuştu.
Sonra pişmanlık yaşadı mı bilmiyorum, duymadım, okumadım. Ama ülke öyle
hukuksuz bir sürece girdi ki o referandum sonrası gelen sistemle... Her gün
öncekinden kötü bir güne uyanır olduk, her gün cumhuriyet ile elde ettiğimiz
yurttaşlık kazanımlarından bir fire veriyoruz.
Ben bu duygumu yazdıktan sonra sanal sayfalarında onunla yapılan geçmiş
yıllardaki söyleşileri paylaşan arkadaşlarım oldu, yüz yüze görmediğim, sanal
dünyada iletişim süren arkadaşlarım oldu.
Onunla yapılan o söyleşilerdeki
referandum konusundaki tutumu hakkındaki sorulara yanıtlarını satır aralarına
dikkat ederek okudum
Birinde hiç pişman değildi. Referandumun üzerinden sadece iki yıl geçmişti.
(Haber Türk gazetesi internet sitesinde 15 Ekim 2012 tarihinde, Balçiçek
İlter’le söyleşi.)
https://www.haberturk.com/polemik/haber/785586-yalanmis-?fbclid=IwAR2z8OJQ0k6oa89RGFB8TUsKdCwhuSAj92OSAIRIB-y_pSnk0sAqZcvGWtM
Başka iki söyleşide özünde pişmanlık vardı. Ama bu pişmanlık referandumda evet demiş
olmanın yanlışlığını görmek hakkında bir öz eleştiri, bir itiraf, açık bir
pişmanlık değil, aşağıya tarih ve sanal adresini koyacağım iki ayrı bağlantıda görüleceği
gibi “Evet” demek üzere ‘kandırılmış olduğu’ için bir pişmanlık.
Kandırıldığını söylediği ve evet oyu verdiği 2010 referandum yılında yaşı 81. Aşağıdaki
iki söyleşinin ilkinin yapıldığında 87 yaşında, ikincisi bu yıl, 28 Mayıs 2020 tarihli,
91 yaşında ve her iki söyleşide aynı konu ve yazarlık yaşamı ve kitapları için
gelen her soruyu çok duru ve berrak bir zihinle yanıtlıyor metinler içeriğinden
anlaşıldığı kadarıyla. Duru ve berrak bir zihin aldanır mı hiç?
1=Sözcü com tr adresinde, 1 mart 2016 tarihli Özgür Düşünce’den Hüseyin Keleş
ile söyleşi.
( https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/adalet-agaoglunun-pismanligi/?fbclid=IwAR0YkvdRHW6e4i_09OR3l_LZ4vLcyMGUB3aSzi80iFut7YdOnD5skOPjajs)
2=
İstanbul Life Dergi internet sayfasında 28 mayıs 2020 tarihli Çınar Oskay ile söyleşi.
(https://l.facebook.com/l.php?u=https%3A%2F%2Fistanbullife.com.tr%2Froportajlar%2Fadalet-agaoglu-bu-kadar-uzun-yasamayi-istemezdim-dunyanin-bu-halini-gormeseydim
)
Biz hukuk okumuş insanlar hile yolu ile aldatılma, dolandırılma, kandırılma konusuna
kandırılanın yaşı vb. ölçüler koyan yasa hükümleri yanında kandırma için
yapılan hareketlerin silsile halinde kandırmaya elverişli olup olmadığına, kandırılanın
tedbirli bir tüccar gibi değil, normal, orta zekada bir insanın tutum ve
davranışlarına göre davranmış olup olmadığına bakarak bir değer atfeder, bu
hareketlere karşı vereceği olası tepkiye bakarak hataya düşme, hile ile
aldatılma vb. kavramlarını yasadaki yerine oturtup, eylem için hukuk ya da ceza
sürecinde değerlendirmesini yaparız.
Ortalama insan tanımı da, tedbirli insan tanımı da geniş hukuksal içeriğe
sahiptir.
Politik bir kimliği olmadığını bilmekle beraber, okuduğum kitapları ile muhalif
bir tavrın yansıması akmıştı kitaplarından. Cesur bulmuştum, başka birçok
kişinin de aynı tanımla vurgu yaptığı bir yazarlıktı oyunları, romanları,
deneme yazıları içinden bana, okurlarına yansıyan.
Bu nedenle ben onun bir işi, bir oluşu, bir kararı romanlarındaki ince kurgular
gibi yani hukuksal tanımla tedbirli tüccar gibi ince ayrıntılara kadar hesap
ederek vereceğini, oylamaya da böyle bakacağını ummuştum referandum ve olasılıkla
karanlık bir yola götüreceğini öngördüğümüz beklenen sonuç hakkında.
O ise 2012 yılındaki ilk söyleşide doğru yaptığı konusunda kararını ısrarla savunuyordu,
sonraki söyleşilerinden anladığım kadarıyla da normal, orta zekalı, o kadar da
ayrıntıya girmeden karar verebileceği yasada öngörülen seçmenlerden bile
olmamıştı
“Kandırıldım!” diyordu da sonuna “Milletim, rabbim affetsin!’” cümlesini eklemiyordu
sadece.
Kitaplarını sevdiğim yazarlar öldüğünde içten bir üzüntü
duyarım ben. İncecik bir sızı olur, kalır içimde. Geçmiş yıllarda yazdığım
birkaç veda yazım da yayınlandı zaten sanal ve gerçek dergilerde.
Uyandım, “Adalet Ağaoğlu öldü!” haberlerini duydum sabah haberlerinde.
Norveç halkının 'Açlık' gibi dünyaca ünlü bir kitabı yazan
Knut Hamsun'a yaptığı sessiz, sözsüz protestoyu yaptım içimde... (Çoğu kişi
bilir nedenini, duymayanlar bu cümle ile Google amcaya-teyzeye sorsunlar, bir
bilgi daha eklensin dağarlarına.)
Çok üzülmedim. Çok üzülecektim, ama buna kendisi, eylemiyle
engel oldu diye bir ince öfke ve ona bağlı kırgınlıkla doldu içim.
"Evet dedim!" deyişini izleyip, kırılan dallarımı
toplayıp, üzerine koyduydum bendeki kitaplarını. Okumadığım kitapları vardı.
Fırsat olduğunda alıp, okumaya niyetlendiğim...
İçimde kaldı.
Çünkü insan bu ülkenin yazarlarından ülkenin geleceğine
örülen çoraplar için öngörü ve karşı duruş, öncülük bekliyor. Sağlam bir
duruşla muhalif olmasını umuyor.
Olmadı.
Olmadı işte!
Temmuz on dört dediği bugüne uyanırken onun ölüm haberlerini gördük, duyduk her
yerde.
Ne çok üzgünüm yazabiliyorum ne de bağışlayabiliyorum içimde.
Rahmeti çok olsun diyorum da... Yıldızlar yoldaşı olmasın
bence. Azıcık öngörü olsa ve "Hayır!" deseydi, okurlarına da “Hayır
deyin!" deseydi o ve böyle demesini umduğumuz idol insanlar, bugününe
kahrettiğimiz hale gelmezdi belki ülke.
Tam bu duygumu paylaştığımda politik duruşu konusunda hep tutarlı bir avukat
arkadaşım;
“Onu o yanılgılara itekleyenin bu ülkenin anti demokratik, ırkçı, ötekileştiren
geleneği olduğunu unutmamak gerek. Öte yandan o (Hayır diyenler olarak) bizim
yanımızda olsaydı da hiçbir şey değişmeyecekti. Türkiye'nin dönüşümünü sağlayan
dinamikler onun gibilerin boyunu çok aşıyordu.
Bu bakımdan da sorumluluğun tümünün onun gibilere yüklenmesi orantısız geliyor
bana. Huzurla uyusun!” dedi.
Düşündüm…
Haksızlık yapmış olabilir miyim diye…
Bana yazdıklarım için katılan, onaylayan arkadaşlarım da oldu.
Düşündüm… Bu kadar onaylanmak iyi mi diye…
Ülke edebi yaşamına katkı sunan yazarların ölümü sonrası böyle yazıların
yazılmasının gerekli olup, sosyal medyanın insanı kolay harcayan yönünden uzak
durarak nesnel olabilme çabasıyla yazmanın iyi bir şey olacağı kanısı ağır
bastı yüreğimde.
Uzun uzun kitapları hakkında yazabilirim. Okudum, sevdim, zaten en başa “Severek
Okumuştum” başlığını koydum bu yüzden. Elimden geldiğince olur bu yazılar...
Siyasi duruşu için de yazabilirim... Her yazar için. Her şair için. Her öykücü
için.
Dünya ve yurtta her daldan sanat, siyaset insanı ya da sade yurttaş
yakınlarımız, eş, dost ve akrabalarımız için bile.
Gerçi yargı oluşturduğumuz kişi için bizim yargımızın o sağken haberdar
olduğunda değeri ne ise öldüğünde de değeri odur belki ya da değersizliği.
Kimi kale alır bizi kimi umursamaz bile.
Bu yüzden açıkçası biz sadece kendimiz için yazıyoruz ölümler sonrası
duyguları.
İyiydi dediğimizde hangi yönü için, yaramazdı dediğimizde hangi yönü için
diyoruz diye bakıp, bizde onu bir bütün olarak değerlendirmeye iten ve
kalbimizde kalan olumlu ya da olumsuz duyguyu aktarıyoruz kağıda ya da ekrana.
Bence bir akraba ölümünden başlayıp, hiç yüz yüze gelmediğimiz bir yazara, bir
yurttaşa ya da başka bir ülkeden bir insana, edebiyattan müziğe, sanatın her
türünden siyasete kadar yaşamımıza değdiği zamanlarla, neden, niçin, nasıl
değdiği ve biz oluşumuza katkısına göre bakıp, ne kaldıysa bizde, okurumuza
bunu açıklıyoruz veda yazılarında.
Kimse bizde kalana katılmak zorunda değil tabi. Ama aynı duygulara tercüman
olmak deyimimiz de var bizim... Buluşur bazen. Tümüyle ya da bir bölümüyle...
Buluştu o başkalarının “hislerine tercüman olma hali” bu yazımda.
Ülkede birilerine, belli bir dönemin politik sorunlarına karşı duruşu yüzünden
yargı oluşturuyorsak bu yargımız sübjektif kanaatimize neden olan eylemin,
oluşun, sahibi olduğu için olumlu ya da olumsuz nitelik taşıyacaktır.
Olumsuz bir dönemin tüm sorumluluğunu "Anayasa referandumunda, 2010
yılında biz hayır derken o evet!" demişti diyerek ona ya da aynısını
yapanlara yüklemek, yıkmak değil yaptığım.
Duruş sapması, kırılması yüzünden attıkları her bir küçük adımla, durmayı
seçtikleri yerle, yanında görüntü verdikleriyle başımıza gelen bu büyük
karabasan için koydukları taş kadar sorumludur her biri diyorum gönlümde…
Hukuku sıfırlamaya ve iktidarı tek adamlığa götürüp, sistemi göstermelik
parlamenter hale dönüştüren bir referandumda hayır demek sağlam bir kale olmak,
evet demek ise iktidarın ekmeğine yağ sürmekti. İşte o yağı sürmüş ve bununla
gurur duymuştu Adalet Hanım. İktidar oy için bu evetleri tepe tepe kullandıydı
siyaset sahnesinde. Ülkede değer verilen bir yazarın desteği muhalefete güç
katmalıyken o iktidar yanında olmayı seçmişti. “Darbe anayasasına karşıydım,
yeni anayasa yapacaktı iktidar, millete soracaklardı, sormadılar, meğer oy için
yapmışlar!” diyordu son iki söyleşide.
Bu aslında minik bir taş değil özgürlüğe, hukuka, demokrasiye, cumhuriyete
vurulan darbeler içindeki etkisi ile.
Ama haydi iyi yazarlığı, ileri yaşı ve insan tanımada söyleşi içinde ikrar
ettiği saflığını gözetip minik bir taş sayalım iktidar yanında evet diyerek
duruşunu…
Görmezden gelemeyeceğim kadardır o taş, minicik olsa bile.
Bazı minik taşlar kilit taşıdır çünkü, bir duvar ancak o kilit taşları olursa
ve tam beklenen yerinde duruyorsa sapasağlam örülür... İktidar o taşı tam
zamanında tam yerine koydu oylama öncesinde.
O duvar bizim özgürlüğümüzü yok etmeye örülüyordu, öyleyse nasıl bağışlanır
minik hatalar?
Çünkü herkes bilir, bizi en çok cesaretli duruşları ile sevdiklerimizin vurduğu
hançer yaralar.
Gebze, 14.7.2020, Ünsal Çankaya.
Üvercinka Dergi, ağustos 2020, sayı:140